• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam206
Toplam Ziyaret1062197
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.440034.5781
Euro35.959736.1038
Semerkew
Altı Ok'un durumuyla bitirelim

İki haftadır yeterince yazdığımı sanıyordum: 1930’larda 1930’ların Muasır Medeniyet’ini getiren Kemalizm, 2000’lerde 2000’lerin Muasır Medeniyet’ini almaya köstek oluyor. Ama 30 Ekim gecesi rüyamda ne göreyim, Milliyet’teki sınıf arkadaşım yine yazmış: “Baskın yazısında dönekliği de övüyor… Döneklik başka, fikir değiştirmek başka şeyler. Fikirler elbet değişir, gelişir. Ama değişimin özünde çıkar beklentisi yoktur. Döneklik çıkar beklentisi ile yapılan saf değiştirmelerdir. Bununla övünülür mü?”
Benimle aynı rüyayı Ekşi Sözlük yazarlarından birisi daha görmüş olmalı ki, 863 no’lu entry’de özetle şöyle diyor: “28 Şubat müdahalesi 1997’de oldu… Yani asker[in] … siyasete çizmesini de soktuğu yıl... Bu adam Kemalizm’le ilgili kitabını 1999’dan beri yayınlamıyor. Yani tam o kitaptan asıl para kazanabileceği dönemde kitabını bastırmayı bırakıyor… ‘Yok, artık yayınlanmasın’ dediği kitap, Atatürk Milliyetçiliği. O dönemde kapağa bunu yazıp sayfalarını boş bıraksan bile binlerce satar… Vallahi ayıptır.” Rüya, tabii. 

Kemalizm = Altı ok
Sınıf arkadaşıma hakikaten müteşekkirim; pek emin olunan kavramların tartışılmasını sağladı. 1937’de anayasaya da giren, Kemalizm’in simgesi Altı Ok’un bugünkü durumuyla kapatalım da, analiz komple olsun. Aşağıda benim “Rahmet ola” diye diye yazacaklarımın yüzde 80’i, eski bir kitabımdandır: ‘Atatürk Milliyetçiliği’.
Devletçilik: Devlet eliyle Müslüman kapitalist yetiştirmenin adıydı. Özal’la bitti. İyi ki de bitti, çünkü Atatürk döneminde başlatılması ne kadar hayırlı olmuşsa, o dönemde bitirilmesi de bir o kadar hayırlı oldu. Bunun adı ekonomi politikte “ithal ikameci sınaileşme”dir. İngiltere hariç, adını duyduğunuz ne kadar devlet varsa kalkınmaya böyle başlamıştır. Yani, pahalı ve çürük mal ürettiği halde kendi üreticisini dış rekabete karşı yüksek gümrük duvarlarıyla korumuştur. Sonra bir noktadan itibaren dışarıya açılarak rekabet sayesinde adam gibi üretime geçilmesini sağlamıştır.
Bizde de artık 1970’lerin başında yapılması gereken buydu. Ama hiç beklenmeyen bir şey oldu, işçi dövizleri akmaya başladı, geçiş ertelendi. Tabii, “milli burjuvazi”mizin ve özellikle de Koç Holding’in böylesine ballı bir “özel av alanı”nı kaybetmek istemeyişi de bunda büyük rol oynadı ya, neyse. Geçiş ertelenince, çok kısa zamanda (70’lerin sonunda) “70 sente muhtaç duruma” düştük. Çünkü bu “milli” üretimi yapmak için kimi önemli parçaların ithali lazımdı, ama son ürünün ihracı kalitesizlik ve pahalılık yüzünden imkansızdı. Bu yüzden, döviz tasarrufu için başlatılan devletçilik, kasada döviz bırakmamıştı. Rahmet ola Kemalist devletçilik.
Halkçılık: Devletçiliğin bir yan ürünüydü: Milli (Müslüman) burjuva yetiştirirken işçi sınıfını zapturapta almaktan başka hiçbir anlamı yoktu: “İmtiyazsız-sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz!” Rahmet ola Kemalist halkçılık.
Devrimcilik: “Reform” ve “ihtilal” gibi iki zıt kavramı birden ifade etmek yüzünden tamamen anlamsızlaştı. Bu yüzden kimileri askeri darbeyle sosyalizm kurmak (nasıl şeyse?), kimileri de kızların başını zorla açtırmak biçiminde anladı. Rahmet ola Kemalist devrimcilik.
Milliyetçilik: 1920 ve 30’lardaki yukarıdan devrimi yaparken kaçınılmaz olan tekdüzeleştirme ideolojisiydi. Ama başta etnik olmak üzere çeşitli kimlik taleplerinin artık arş-ı âlâya yükseldiği bugünün Türkiyesi’nde tam bir bölücülük. Bazı kesimlerin ayrıcalığını devam ettirmekten ve Kürt milliyetçiliğini tetiklemekten başka hiçbir fonksiyonu yok. Etnik bilinci önlemeye yarayan asimilasyon, etnik bilincin başladığı andan itibaren onu azdırmaya yarar; başka hiçbir şeye değil. Benim “kronolojik kural” dediğim bu husus, Atatürk döneminde siyaset biliminde bilinmiyordu. Rahmet ola, “ulusalcılık” adlı Kemalist milliyetçilik.
Laiklik: Ulusalcılar bunun iki tipinin olduğunu bilmiyor: 1) İslam’ı baskı altına alan ve yukarıdan devrim sırasında kaçınılmaz olan tip. 2) Devletin bütün inançlara eşit mesafede durduğu tip. Yine bilmiyorlar ki, aynen devletçilik durumunda olduğu gibi, birinci tipi tadında bırakıp ikinciye atlamazsan, iki bela kaçınılmazdır: 1) Rakiplerini (gayrimüslimleri ve Alevileri) kendi elcağzınla temizlediğin için, Sünni İslam senin karşına heyulâ gibi dikilir (bugünkü durum). 2) Kemalizm komple bir din olur çıkar. Çıktı da. Rahmet ola Kemalist laiklik!
Cumhuriyetçilik: O da artık, laikliğin birinci tipi anlamında kullanılıyor: Sanki padişahlık kurmak isteyen varmış gibi, “Cumhuriyet’i koruyacağız!”. Oysa cumhuriyeti kurduktan sonra amaç, onu demokratikleştirmek olmalıydı.
Yeni tanıdığım bir arkadaştan şu mektup geldi: “Kızım bu sene ilkokula başladı (tekne kazıntısı). Ders kitaplarında benim zamanıma göre değişen tek şey baskı kalitesi. Müzik kitabında bile dokuz şarkıdan beş tanesi Atatürk’le ilgili. Atatürk köşeleri sanki okulun mobilyası gibi algılanıyor; konma amacını kimse bilmiyor, hatırlamıyor ve umurunda değil. Bu, Atatürk’e yapılacak en büyük haksızlık olmalı. Eminim böyle hatırlanmaktansa, unutulmayı seçerdi. Bunu değiştirecek olan siyasi görüşün, onun yerine gene rahatsız edici başka bir sembol koyacak olması da ayrı bir endişe. Ama onunla mücadelenin yolu bu olmamalı.”
Fevkalade doğru sözler. Ama o “rahatsız edici sembol”ü, yukarıda yazdığım gibi, günümüz ulusalcıları değil mi, rakipsiz bırakıp büyüten? Bir de “en laik” TSK değil mi, Türk-İslam Sentezi’ni resmi ideoloji yapmaya kalkışan? 

Atatürk içimizde yaşıyor…”
Başka bir arkadaşım yazıyor, ama bu seferki biraz yıpratıcı. Çocuğu anaokuluna başlamış. İki gün boyunca ağzına su koymayı reddedince tutup doktora götürüyor. Doktor anlamayınca çocuk psikolojisine havale ediyor. Psikolog çözüyor çocuğu: “Atatürk içimizde yaşıyor. Su içersem boğulur.” Hemen, Atatürk’ün Florya’da denize girerken çekilmiş fotoğrafları bulunuyor, zar zor ikna ediliyor çocuk. Üstelik, “Benzer vakalarla daha önce de karşılaştım” diyor psikolog. Bunun üzerine artık hiçbir şey yazılmaz.
Not: Hayatında su tabancası tutmamış Büşra Ersanlı ile Ragıp Zarakolu da terörden tutuklandıysa, ben de teröristim. Bunu askeri vesayet bile yapamamıştı. “Sivil vesayet” diyenleri haklı çıkarmaya çalışmak mı amaç? Şiddet kullananları kuvvetlendirmek mi amaç? İktidar PKK’yı değil, resmen Türkiye’yi oksijensiz bırakıyor. Devlet terör yaparken ben PKK’yı nasıl eleştireceğim?

  
2760 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi