İki haftadır yeterince yazdığımı sanıyordum: 1930’larda 1930’ların
Muasır Medeniyet’ini getiren Kemalizm, 2000’lerde 2000’lerin Muasır
Medeniyet’ini almaya köstek oluyor. Ama 30 Ekim gecesi rüyamda ne
göreyim, Milliyet’teki sınıf arkadaşım yine yazmış: “Baskın yazısında
dönekliği de övüyor… Döneklik başka, fikir değiştirmek başka şeyler.
Fikirler elbet değişir, gelişir. Ama değişimin özünde çıkar beklentisi
yoktur. Döneklik çıkar beklentisi ile yapılan saf değiştirmelerdir.
Bununla övünülür mü?”
Benimle aynı rüyayı Ekşi Sözlük
yazarlarından birisi daha görmüş olmalı ki, 863 no’lu entry’de özetle
şöyle diyor: “28 Şubat müdahalesi 1997’de oldu… Yani asker[in] …
siyasete çizmesini de soktuğu yıl... Bu adam Kemalizm’le ilgili kitabını
1999’dan beri yayınlamıyor. Yani tam o kitaptan asıl para
kazanabileceği dönemde kitabını bastırmayı bırakıyor… ‘Yok, artık
yayınlanmasın’ dediği kitap, Atatürk Milliyetçiliği. O dönemde kapağa bunu yazıp sayfalarını boş bıraksan bile binlerce satar… Vallahi ayıptır.” Rüya, tabii.
Kemalizm = Altı ok
Sınıf arkadaşıma hakikaten müteşekkirim; pek emin olunan kavramların
tartışılmasını sağladı. 1937’de anayasaya da giren, Kemalizm’in simgesi
Altı Ok’un bugünkü durumuyla kapatalım da, analiz komple olsun. Aşağıda
benim “Rahmet ola” diye diye yazacaklarımın yüzde 80’i, eski bir
kitabımdandır: ‘Atatürk Milliyetçiliği’.
Devletçilik: Devlet eliyle Müslüman kapitalist yetiştirmenin adıydı. Özal’la bitti. İyi ki de bitti, çünkü Atatürk
döneminde başlatılması ne kadar hayırlı olmuşsa, o dönemde bitirilmesi
de bir o kadar hayırlı oldu. Bunun adı ekonomi politikte “ithal ikameci
sınaileşme”dir. İngiltere
hariç, adını duyduğunuz ne kadar devlet varsa kalkınmaya böyle
başlamıştır. Yani, pahalı ve çürük mal ürettiği halde kendi üreticisini
dış rekabete karşı yüksek gümrük duvarlarıyla korumuştur. Sonra bir
noktadan itibaren dışarıya açılarak rekabet sayesinde adam gibi üretime
geçilmesini sağlamıştır.
Bizde de artık 1970’lerin başında yapılması gereken buydu. Ama hiç
beklenmeyen bir şey oldu, işçi dövizleri akmaya başladı, geçiş
ertelendi. Tabii, “milli burjuvazi”mizin ve özellikle de Koç Holding’in
böylesine ballı bir “özel av alanı”nı kaybetmek istemeyişi de bunda
büyük rol oynadı ya, neyse. Geçiş ertelenince, çok kısa zamanda
(70’lerin sonunda) “70 sente muhtaç duruma” düştük. Çünkü bu “milli”
üretimi yapmak için kimi önemli parçaların ithali lazımdı, ama son
ürünün ihracı kalitesizlik ve pahalılık yüzünden imkansızdı. Bu yüzden, döviz tasarrufu için başlatılan devletçilik, kasada döviz bırakmamıştı. Rahmet ola Kemalist devletçilik.
Halkçılık: Devletçiliğin bir yan ürünüydü: Milli (Müslüman) burjuva
yetiştirirken işçi sınıfını zapturapta almaktan başka hiçbir anlamı
yoktu: “İmtiyazsız-sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz!” Rahmet ola Kemalist
halkçılık.
Devrimcilik: “Reform” ve “ihtilal” gibi iki zıt kavramı birden ifade
etmek yüzünden tamamen anlamsızlaştı. Bu yüzden kimileri askeri darbeyle
sosyalizm kurmak (nasıl şeyse?), kimileri de kızların başını zorla
açtırmak biçiminde anladı. Rahmet ola Kemalist devrimcilik.
Milliyetçilik: 1920 ve 30’lardaki yukarıdan devrimi yaparken kaçınılmaz
olan tekdüzeleştirme ideolojisiydi. Ama başta etnik olmak üzere çeşitli
kimlik taleplerinin artık arş-ı âlâya yükseldiği bugünün Türkiyesi’nde
tam bir bölücülük. Bazı kesimlerin ayrıcalığını devam ettirmekten ve
Kürt milliyetçiliğini tetiklemekten başka hiçbir fonksiyonu yok. Etnik
bilinci önlemeye yarayan asimilasyon, etnik bilincin başladığı andan
itibaren onu azdırmaya yarar; başka hiçbir şeye değil. Benim “kronolojik
kural” dediğim bu husus, Atatürk döneminde siyaset biliminde bilinmiyordu. Rahmet ola, “ulusalcılık” adlı Kemalist milliyetçilik.
Laiklik: Ulusalcılar bunun iki tipinin olduğunu bilmiyor: 1) İslam’ı
baskı altına alan ve yukarıdan devrim sırasında kaçınılmaz olan tip. 2)
Devletin bütün inançlara eşit mesafede durduğu tip. Yine bilmiyorlar
ki, aynen devletçilik durumunda olduğu gibi, birinci tipi tadında
bırakıp ikinciye atlamazsan, iki bela kaçınılmazdır: 1) Rakiplerini
(gayrimüslimleri ve Alevileri) kendi elcağzınla temizlediğin için, Sünni
İslam
senin karşına heyulâ gibi dikilir (bugünkü durum). 2) Kemalizm komple
bir din olur çıkar. Çıktı da. Rahmet ola Kemalist laiklik!
Cumhuriyetçilik: O da artık, laikliğin birinci tipi anlamında
kullanılıyor: Sanki padişahlık kurmak isteyen varmış gibi, “Cumhuriyet’i
koruyacağız!”. Oysa cumhuriyeti kurduktan sonra amaç, onu
demokratikleştirmek olmalıydı.
Yeni tanıdığım bir arkadaştan şu mektup geldi: “Kızım bu sene ilkokula
başladı (tekne kazıntısı). Ders kitaplarında benim zamanıma göre değişen
tek şey baskı kalitesi. Müzik kitabında bile dokuz şarkıdan beş tanesi Atatürk’le ilgili. Atatürk köşeleri sanki okulun mobilyası gibi algılanıyor; konma amacını kimse bilmiyor, hatırlamıyor ve umurunda değil. Bu, Atatürk’e
yapılacak en büyük haksızlık olmalı. Eminim böyle hatırlanmaktansa,
unutulmayı seçerdi. Bunu değiştirecek olan siyasi görüşün, onun yerine
gene rahatsız edici başka bir sembol koyacak olması da ayrı bir endişe.
Ama onunla mücadelenin yolu bu olmamalı.”
Fevkalade doğru sözler. Ama o “rahatsız edici sembol”ü, yukarıda
yazdığım gibi, günümüz ulusalcıları değil mi, rakipsiz bırakıp büyüten?
Bir de “en laik” TSK değil mi, Türk-İslam Sentezi’ni resmi ideoloji yapmaya kalkışan?
“Atatürk içimizde yaşıyor…”
Başka bir arkadaşım yazıyor, ama bu seferki biraz yıpratıcı. Çocuğu
anaokuluna başlamış. İki gün boyunca ağzına su koymayı reddedince tutup
doktora götürüyor. Doktor anlamayınca çocuk psikolojisine havale ediyor.
Psikolog çözüyor çocuğu: “Atatürk içimizde yaşıyor. Su içersem boğulur.” Hemen, Atatürk’ün
Florya’da denize girerken çekilmiş fotoğrafları bulunuyor, zar zor ikna
ediliyor çocuk. Üstelik, “Benzer vakalarla daha önce de karşılaştım”
diyor psikolog. Bunun üzerine artık hiçbir şey yazılmaz.
Not: Hayatında su tabancası tutmamış Büşra Ersanlı ile Ragıp Zarakolu da
terörden tutuklandıysa, ben de teröristim. Bunu askeri vesayet bile
yapamamıştı. “Sivil vesayet” diyenleri haklı çıkarmaya çalışmak mı amaç?
Şiddet kullananları kuvvetlendirmek mi amaç? İktidar PKK’yı değil, resmen Türkiye’yi oksijensiz bırakıyor. Devlet terör yaparken ben PKK’yı nasıl eleştireceğim?