Şener Aktürk
Geçtiğimiz haftalarda DTK içeriği belirsiz bir
"demokratik özerklik" ilan etti. Aralık 2010'da da bir demokratik
özerklik taslağı açıklanmış, öz savunma güçlerinden "köy komünleri"ne
kadar sol ulusalcı bir totalitarizme teşne, topraklarının ve
yetkilerinin sınırları belirsiz bir Kürt özerk bölgesi önerisi ortaya
atılmıştı. Referandum öncesinde Diyarbakır Belediye Başkanı Osman
Baydemir, demokratik özerklik talebini şöyle tarif etmişti: "Özerk Doğu
Karadeniz olacak, özerk Orta Karadeniz olacak, aynı zamanda Özerk
Kürdistan olacak." (Radikal, 01.08.2010)
Bu özerklik tasvirindeki gariplik şu: Türkiye'nin bütün bölgeleri coğrafi adlar alarak ("Orta Karadeniz," vs.) özerk olurken, sınırları belirsiz "Kürdistan" bir etnik gruba tahsis edilerek ve bunu ismine de yansıtarak özerk oluyor. Bir üyesinin etnik, diğerlerinin gayri-etnik mahiyette olduğu garip bir asimetrik federalizm DTK'nın önerdiği.
Devamında, Türk bayrağı yanında Kürdistan eyaleti bayrağının dalgalanması ve benzeri etnik özerklik emarelerinden bahsediliyor.
DTK'nın etnik özerkliğe sahip bir Kürdistan vizyonu siyaseten gerçekçi
olmadığı gibi felsefi açıdan da savunulabilir bir öneri değildir ve bu
önerinin karşıt ulusalcı düşünceleri bileyerek konuyu çözümsüzlüğe
sürüklemesinden endişeliyim.
Demokratik özerklik önerisi gerçekçi değil, çünkü Türkiye'nin
Kürt olmayan büyük çoğunluğunun, içinde yegâne etnik özerk bölge olarak
Kürdistan'ın bulunduğu bir yapıya cevaz vermeyeceği aşikâr. Üstelik Kürt
ve Kürt olmayan pek çok grupla işbirliği yaparak aldığı %6 civarında
oyla tarihsel zirvesine ulaştığı 12 Haziran 2011 seçimlerinde dahi ancak
beş ilde (Diyarbakır, Batman, Şırnak, Hakkâri ve Mardin) oyların salt
çoğunluğunu alabilmiş BDP, acaba kurulmasını hayal ettiği Kürdistan
eyaletini bu beş ille mi sınırlı tutuyor?
Öyle olsa dahi, Kürt ulusalcı hareketinin projesine bu beş ilde bile azımsanamayacak bir direniş olması muhtemeldir.
Bu illerin Kürt olmayan ahalisi (Arap, Çerkez, vs.) ve Kürt
ulusalcılığının muhalifi olan Kürtler bu muhayyel bölgesel yönetime
boyun eğmek zorunda mı kalacak? Yoksa "bölgesel yönetimi beğenmeyen
buradan göç etsin" mi denecek onlara? Bu muhayyel eyalette "vatandaş,
Kürtçe konuş!" dayatması olacak mı Arap'a, Çerkez'e, Azeri'ye karşı?
Herhangi bir gelecek tasavvurunda, hiçbir etnik kategoriye karşı böylesi
dayatmaların olmayacağını garanti altına almak gerekir.
Böylesi bir özerklik, felsefi açıdan da savunulamaz kanısındayım.
Etnik ayrıcalığı ortadan kaldırmaya yönelik demokratik açılımın ülkenin
bir bölgesinde bir etnik grubu o bölgenin sahibi olarak taltif etmesi
yanlış olur. Türkiye etnik Türkmenlerin ülkesi olmadığı gibi, Türkmen
olmak herhangi bir yasal ayrıcalığa sebep değildir ve olmamalıdır.
Eğer Türkmen olmak herhangi bir resmi kurum nezdinde ayrıcalığa sebep
olursa, bu, vatandaşların eşitliği ilkesine aykırı bir ayrımcılık olarak
cezalandırılabilir. Demokratik açılım etnik ayrıcalıklara yol
açmamalıdır.
Siyaset, mümkün olanın sanatıdır. Öte yandan, etnik kimliklere ve azınlık dillerine ifade imkânı vermemek, insan haklarıyla bağdaşmaz. Üstelik
bilhassa Kürtçe ve Zazacanın resmi bir statüye kavuşturulması talebi,
çözüme kavuşmadığı sürece şiddete yönelik tahriklere uygun bir zemin
yaratmaktadır.
Benim çözüme yönelik tartışmalara katkıda bulunmak üzere sunacağım öneri
basit, uygulanabilir ve hakkaniyeti gözetir mahiyettedir sanırım:
Türkiye'nin 81 ilden oluşan idari yapısını muhafaza ederek mevcut iller temelinde mahalli bir özerklik sağlanabilir.
Hâlihazırda her ilin seçilmiş il genel meclisi ve belediye meclisi
mevcuttur. Farklı illerde değişik oranlarda yaşayan Arap, Boşnak,
Çerkez, Gürcü, Kürt, Laz, Zaza ve diğer etnik kökenlerden gelen
vatandaşlar, yerel temsilcileri aracılığıyla Türkçeye ek olarak başka
dillerde ek hizmet talep edebilir. Yasalar çerçevesinde gerekli
değişikliklerin yapılmasını müteakip, ulaşım ve sağlık hizmetleri, resmi
duyurular ve yayınlar, şayet talep varsa, azınlık dillerinde de
yapılabilir. Böyle bir önerinin gerçekleşmesi, ancak Türkiye'nin
çoğunluğu tarafından onaylanacak bir uzlaşmaya bağlıdır. Demokratik
bir uzlaşma ve halk onayı olmadan idari ve yasal çerçevenin
değiştirilmesi savunulamaz ve mevcut siyasi yapıda mümkün de değildir.
Anadilini öğrenme ve yaşatma hakkı, sadece Kürtçeyi değil,
vatandaşların anadilleri olduğu iddiasıyla ortaya koydukları tüm dilleri
kapsadığı ölçüde genel bir hak olarak anlam kazanır. Muhtemeldir ki
aynı ilde Arapça, Kürtçe ve Zazaca konuşan on binlerce vatandaşımız
yaşamaktadır ve gelecekte bir uzlaşmaya varılması koşuluyla buralarda
Türkçenin yanı sıra bu üç dil kamusal hizmetlerde kullanılabilir ve
öğretilebilir. Bazı illerimizde Gürcüce ve Lazca için talep gelirse,
bu dillerde de ek hizmet verilir, ama sırf böyle bir talep var diye bu
iller "Gürcistan" ya da "Lazistan" olmaz; sadece çok kültürlülüğü
kamusal alanda tanınmış iller olur. Demokratik açılım, ancak tüm
Türkiye'yi kapsadığı ölçüde ve etnik ayrıcalıklara sebep olmadığı
sürece, insan hakları temelinde savunulabilir.
____________________________
SABAH,06/08/2011