Hediye Taşıyan Danaylardan Korkun! (Timeo Danaos et Dona Ferentes!) (*) Timur Aloev Tarih Bilimleri Doktoru/Nalçik Bilindiği üzere, geçtiğimiz ayın 12’sinde Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Başkanvekili Y. A. Kokov “Adıge (Çerkes) Günü” bayramının ihdas edilmesine ilişkin kararnameyi imzaladı. Açıklandığına göre, söz konusu karar, “Çerkes sivil toplum örgütleri ve Kabardey-Balkar Cumhuriyeti vatandaşlarından gelen sayısız başvuru üzerine” alındı. Ertesi gün medyada, başta “Vestnik Kavkaza” isimli web sitesi olmak üzere Mecit Çaçukh ve Barasbi Karamurzov’un yeni uygulamayı desteklediğine dair “Çerkesler bayramına kavuştu” başlıklı bir yazısı yayınlandı. 16 Ağustos tarihinde de Natpress sitesinde konuyla ilgili A. Beshto’nun ayrıntılı görüşlerine yer verildi. Söz konusu yayınların içeriğine bakıldığında, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti (KBC) yönetiminin bu girişiminin “zamanlamasının” ve “yerindeliğinin” gerekçelendirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu görevi nasıl yerine getirdiklerini aşağıda inceleyeceğiz ancak, yönetimin bu kararını “kazanım” görüp savunanların görüşlerini ele almadan önce, bazı detaylara göz atmakta fayda olacak. Mesela, KBC Başkan Vekili’nin kararının “Kabardey-Balkar Cumhuriyeti vatandaşlarından gelen sayısız başvuru” ile gerekçelendirilmesine bağlı olarak, ülkenin iktidar koridorlarında “sayısız” sözcüğüyle ifade edilen rakamın kaç kişiye tekabül ettiği merak edilecek bir husustur. Bu merak elbette sebepsiz değil. Geçtiğimiz günlerde aynı Başkan Vekili’ne, Çerkes (ayrıca Balkar) dilinin geleceği için yıkıcı mahiyette olan “Eğitim Kanunu Taslağı’nın kabul edilmemesi” talebiyle KBC halkından 3 bin 500 kişi başvuruda bulunmuş fakat bu başvuru hiçbir şekilde dikkate alınmamıştı. Demek ki -sözde- hızla gelişen sivil toplumun 3 bin 500 temsilcisinin başvurusu “sayısız” olarak nitelendirilmek için yeterli sayılmamıştı… Durumun önem arz eden bir diğer yönü şudur ki, yerli unsur Çerkesler günümüzde yoğun olarak Rusya Federasyonu’nun 6 biriminde ikamet etmektedir. Bunlardan üçünde ise soydaşlarımız kurucu etnik unsurlar arasındadır. Bu bağlamda KBC yönetiminin “Çerkesler Günü”nün tarihi Çerkes toprağının sadece küçük bir parçasında kutlanması önerisinde bulunması yeterince anlaşılabilir değildir. Elbette ki ülkeyi yönetenlerin, KBC’deki yasama yetkilerinin Rusya Federasyonu’nun diğer bölgelerini kapsamayacağı yönünde itirazda bulunulabilir; fakat arkalarındaki devlet otoritesi ve devlet liderlerinin profesyonel nitelikleri dikkate alındığında, arada binlerce yıllık kültürel-tarihi bağların olduğu komşu bölgelerde bulunulacak yapıcı girişimlerle, bölgenin yerlileriyle ilgili iyi niyet izharında bulunmaları için ikna edilebilirdi. KBC yönetimi bu inisiyatifi kullanmamış ise tuhaftır. Kullanmış fakat KBC temsilcileri söz konusu sinerjinin pozitif, etnik, kültürel, iç ve dış siyasi etkilerini komşu Rusya Federasyonu bölgelerindeki meslektaşlarına aktaramamışlar ise bu sefer de yönetimin acınacak hali ortada demektir. Eğer devlet bürokrasisinin beceriksizliğinden değil de, komşu bölge yetkililerinin inisiyatifi bilinçli olarak desteklememeleri söz konusu ise, bu durumda da, tarihi Çerkes topraklarında hüküm süren modern devlet sisteminin “tamamlayıcılık”[1] anlamındaki somut hali ortaya çıkmaktadır. Bahsedilen ihtimallerden herhangi birinin doğru çıkması durumunda (safsataya dayalı demagojiler hariç, başka bir seçenek de yok zaten ortada), Çerkeslerin kendi ülkelerinde vahim bir durumda oldukları gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Bu durumda doğal olarak akla gelecek soru şudur: Çerkeslere neyi kutlamaları önerilmektedir? *** İncitici mahiyetteki bu kutlama önerisinde en önemli husus “öneride bulunan tarafın” konumudur. Hepimizin bildiği üzere, çeşitli büyük çaplı kutlamaların önerilmesi usulüyle ilgili olarak farklı yaklaşımlar mevcuttur. Örneğin, Polonya’da veya Macaristan’da ulusal nitelikte bir kutlama öneriliyor ise konu büyük olasılıkla kamuoyunun tartışmasına açılır. Daha sonra muhtemeldir ki belirli prosedürler izlenerek (elbette her ülkenin kendine has usulleri söz konusudur) devlet düzeyinde onaylanacaktır. Diğer bir ifade şekliyle, Polonya veya Macar devletleri kararın alınmasından değil, kararın hayata geçirilmesinden sorumlu olacaktır. Görüldüğü gibi, bu işleyiş bizdeki uygulamalarla hiçbir benzerlik taşımamaktadır. Farklı taksonomik[2] düzeyde seçenekler de mümkün olabilir. Örneğin, Tuva veya Yakutya Başkanı ‘genel Tuva’ veya ‘genel Yakutya’ bayramı teklifinde bulunabilmektedir. Bu doğal bir durumdur. Sebebi? Birincisi, çağdaş Tuva ve Yakutların salt çoğunluğu, aynı ismi taşıyan Rusya Federasyonu bölgelerinde ikamet etmektedir. İkincisi, Rusya Federasyonu’na bağlı söz konusu bölgelerinin tarihsel geçmişine baktığımızda, genel olarak belirtilen halkların etnik toprakları olduğunu görürüz. (Batı ve doğu olarak ayrılan Tuvalıların Çerkeslerden farklı olarak Rusya Federasyonu’nun bir bölgesinde topluca ikamet ettiklerine dikkatinizi çekerim). Karşılaştırma yapmak amacıyla da, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde dünyadaki tüm Çerkeslerin en fazla 1/8’nin yaşadığını hatırlatalım. Devletin coğrafi parametrelerine bakıldığında ise, KBC’nin bugünkü yüzölçümü Çerkes ülkesinin Ortaçağ ve Yeniçağ dönemindeki topraklarının onda birini bile oluşturmamaktadır. Elbette, söz konusu argümana, KBC Başkan Vekili’nin, örneğin “Çerkeslerin genel ulusal lideri olmasından dolayı böyle teklifte bulunmaya yetkisinin bulunduğu” yönünde itirazlar yükselebilir. Ancak, şahsen bende “KBC Başkan Vekili’nin Çerkeslerin genel ulusal lideri” olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, bu ihtimal kabul edilse bile, bir dizi sorunun oluşması kaçınılmazdır. Çerkeslerin bir ulusal lideri, Adıgeler için yıkıcı sonuçları olan ve Çerkes halkının soykırımı ile tamamlanan -bu bağlamda “yas ve anma yılı” olarak ilan edilen- Kafkas Savaşı’nın bitiminin 150. yıldönümünde, Adıgelere karşı işlenen zulümlerin ciddi sonuçlarından hiç birinin ortadan kaldırılmadığı şartlarda bayram tesis edebilir mi? (Benzer şekilde, Ermenilerin kendi trajedilerinin yüzüncü yılı vesilesiyle tüm dünyada anma etkinlikleri düzenleyecekleri 2015 yılında, Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan veya Artsaha-Dağlık Karabağ Cumhuriyeti Başkanı Bako Saakyan’ın Ermeniler için herhangi bir bayram tesis etmeyi akıllarına getirebileceklerini hiç düşünebilir miyiz?) Şayet Çerkeslerin bir ulusal lideri olsa, bu lider Sochi Olimpiyatı organizatörlerinin 4 milyarlık seyirci kitlesi önünde Çerkes varlığını inkar ettiğini ilan etmesinin ertesi günü olan 8 Şubat 2014 sabahında şiddetli bir protesto gösterisinde bulunmaz mıydı? (Bana göre açılış töreni sırasında söylenenler, Argonotların ıssız, insansız ve boş bir sahile geldiklerini iddia etmekle eşdeğerdir.) Peki, KBC hükümetindeki tüm ipleri elinde tutan bir Çerkes ulusal lideri, Suriye savaşından kaçan ve mülteci konumunda bulunan Çerkes soydaşlarımıza 60’tan fazla ev tahsisine ilişkin verilen sözün aylarca yerine getirilmemesine izin verebilir miydi? Gerçek bir Çerkes ulusal lideri, Krasnodar’da bir haydut çetesinin açıkça Çerkeslere saldırmasına, saldırı sonucunda genç bir soydaşımızın öldürülmesine sessiz kalabilir miydi dersiniz? Bir Çerkes ulusal lideri, önüne gelen Çerkes diliyle ilgili acımasız eğitim kanununu onaylayabilir miydi? Muhtemeldir ki, bu retoriğe yönelik soru yağmuru birilerine aşırılık, hatta su-i istimal gibi görünebilir; fakat kullanılan süslü püslü ifadelere karşılık, Çerkeslerin etnik sorunlarının oldukça iç karartıcı olduğu gerçeğini de doğru ve net bir şekilde ifade etmemiz gerekmektedir. İhdas edilen etkinlik, medya desteğinde, yaldızlı ifadelerle ve doğru olmayan bir şekilde anlatılmakta, bu da dolaylı olarak “görevlendiren kaynak” ve “kutlama için yapılan hazırlıkların düzeyine” dikkatimizi çekmektedir. Metinlere bir bakalım... Yukarıda belirtildiği üzere, incelenen konu ile ilgili internette yayınlanan ilk bilgi, bahse konu kararnamenin görüşülmesini takip eden gün içerisinde “Çerkesler bayramına kavuştu” başlığıyla yer aldı. Başlık bile Sovyetik zihniyetin bir yansımasıdır. Halen, iktidarın bayramları “armağan” edebileceğini düşünebilmek için nasıl bir Sovyetik zihniyete ve bunun oluşturduğu yanılsamalar batağına saplanılmış olunması gerektiğine dikkat kesilin. Öte yandan, başımıza konmuş “talih kuşu” gibi sunulan bu bayramın, halk tarafından “kendine kıyak yapılmışçasına” hürmetkâr bir biçimde kabul edileceğine olan saf inanç ise büsbütün şaşırtıcıdır. Bütün halk için “bayramına kavuştu” ibaresinin kullanılması bile tek başına, hem halkımızın, hem yeni peydah olan hayırseverlerin çağdaş dünyadaki karmaşık etnik süreçlere yaklaşımlarındaki yetersizlik ve yönelim bozukluğunu; hem de benzer durumlarda Çerkeslere sadece iktidara sessizce itaat etme rolünün biçildiği gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. Çerkes halkının çıkarlarından oldukça uzak olan bir alanda (Sochi Olimpiyat oyunlarında çarpıcı şekilde sergilendiği gibi) başarıyla mücadele eden kişilerin ağzından kaleme alınan metnin içeriği incelendiğinde, önerilen fikir lehine argümanları tespit etmek mümkündür. Fakat bu argümanlar, gülünç bir yaklaşımla ancak karikatürize bir dil kullanılarak dengeleme yapılmaya çalışmaktadır. Mecit Çaçukh ve Barasbi Karamurzov’un şu ifadelerinin yorumunu size bırakıyorum: “20 Eylül’ün Çerkes Bayramı olarak belirlenmesi ile sivil toplum örgütlerinin yıllardır sürdürdükleri büyük çalışmalar taçlandırılmıştır… Bu konu yıllardır müzakere ediliyordu.” Yine bu kişilerden biri şöyle bir itirafta bulunuyor: “Bu tarihin seçiminde ben de hazır bulundum. Uzun süre düşünüldü. Çerkes Bayramı’nın belirleneceği tarih konusunda bir türlü seçim yapılamamıştı”. Elbette, bu cümlelerin satır aralarında yatan ifadeleri herkes göremeyebilir, ama anlaşılan “yıllardır” sürdürülen bu “büyük çalışma” öngörülen bayram tarihinin seçiminden ibaretti sadece. Tüm bu girişimin sonucu, hoop ve beş para etmeyen bir sonuç... Komik bile değil, sadece hüzünlü ve can sıkıcı... Gerçi bayram konusunda istekli “toplum liderleri tandeminin” hemfikir olmaları çok dokunaklı. Mecit Chachukh: “Çerkeslerin gerçekten güzel bir halk bayramına ihtiyacı vardı”. Barasbi Karamurzov: “Bu bayramın tesis edilmesi gecikmişti ve herkes bu adımın atılmasının gerekliliğini düşünüyordu...” Tüm bunlar Internet sayfalarında gezinen modern Rusyalıların “Brezilya tipi” bir karnavala sahip olma arzusunu anımsatmaktadır. Birçoğunun deyimiyle, “toplum sürekli iş hayatının baskısı altında ezilemez ki, bazen eğlenmek de gerekiyor!” Kesin hükümlere varan fakat yeterli gerekçeleri bulunmayan yorumlar ne yazık ki bunlarla sınırlı değil. Diğer yorumlardan en masumu, “bayramın tesis edilmesi yönündeki fikir…. uzun zamandır havada uçuşuyordu” şeklindeki ifadedir. “Havada uçuşuyordu” ibaresinin sokak ağzı olduğu ortada. Bir söze, olgular, fikirler ve anlamlar yüklenmedikçe havaya sarf edilmiş boş bir söz olmasının önüne geçmek mümkün değildir. Tandemin dile getirdiği diğer bir husus da diğerleri gibi hiç komik değil. Örneğin, girişimleri hususunda, “tüm Adıge sivil toplum örgütlerinin mutabakatı olduğuna” ilişkin iddianın da gerçekle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. B. Karamurzov, “Benim de çok iyi bildiğim yurtdışı diasporamız uzun zamandır böyle bir günün tesis edilmesini bekliyordu” şeklinde verdiği heyecanlı beyanat için çıldırmış olması gerekir. Nihad Yunis’in geçen seneki olayı hatırlandıkça, KBCÜ rektörünün her sözüne biraz şüpheyle yaklaşılmakta, ağzından çıkanları basit etik normlar ile bile bağdaştıramadığı izlenimine kapılınmaktadır. Diaspora ülkeleri arasında sayı bakımından ikinci yoğunlukta olan Suriyeli soydaşlarımızın yıllardır savaşın cehenneminde yandığı, komşu ülkelerdeki Adıgelerin ise kemerlerini sıkarak yurttaşlarını kurtarmaya çalıştıkları (ki bu konuyla ilgili olarak Rusya’nın tutumunu hiç hatırlatmayacağım) şartlarda, Çerkes diasporasının ısrarla benimsetilmeye çalışılan bayramı uzun zamandır beklediğinin ifade edilmesi yersiz ve yersizliği de tartışılmazdır. B. Karamurzov bu ortamda, KBC iktidarı inisiyatifinin, gerçekten Çerkes diasporasının güncel bir ihtiyacına karşılık geldiğini mi düşünmektedir? Acaba gerçekten Suriyeli Çerkeslerin, Humus ve Halep yıkımlarının arasında hep birlikte KBC bayramını kutlayacağına mı inanmaktadır? Veya kendi topraklarından üç yıldır aforoz edilmiş durumda bulunan Nalçik’in kötü şartlardaki sanatoryum sakinlerinin(Suriyeli soydaşlar) gözü önünde bu kutlamaların nasıl yapılması düşünülmektedir? Muhtemelen burada dile getirilen yaklaşım, çölde yankılanan bir ses gibi karşılıksız kalacaktır. Yine de kalplere, zihinlere veya iktidar kapılarına ulaşmak için çabalanması gerektiğini düşünüyorum… *** Bir halka bayram “armağan” edilemez veya siparişle bayram “alınamaz”. Varlık alemindeki tüm canlılar gibi ulusal bayram da kendiliğinden doğmalıdır. Doğum ise toplumun girişimleriyle meydana gelen tarihsel gelişimlerin karşılığı olarak gerçekleşmelidir. Tepeden indirilen kararnamecikler her zaman için hüsrana uğramaya mahkumdur. Çarpıcılığı açısından bir örnek verelim. Haziran 2014 tarihinde Levada-Center araştırma kurumu, yaptığı kamuoyu yoklamasına dayanarak “Federasyon’da Rusya Günü’nün anlam kazanamadığını” açıklamıştı. Niçin böyle olduğu ise anlaşılamadı. Ya tarih seçimi isabetli değildi, ya da “Rusya” sözcüğünün yaptığı “Helenistik” çağrışım Rusya Federasyonu sakinlerinin hoşuna gitmemişti. Gerçek şu ki, yeni Rusya’nın çocukları, yirmi yılı aşkın süredir Rusyalılar için hiç değerli olmadı. Bahsettiğimiz ikilinin düetinden farklı olarak Aslan Beshto’nun yaklaşımı daha bir anlaşılır görünmektedir. Beshto yeni uygulamayı tamamen desteklemekte, “zira bu bayramın oldukça ilginç bir evveliyatı bulunmaktadır” diyerek bu evveliyatı şöyle açıklamaktadır: “KB Sosyal Bilimler Enstitüsü araştırma görevlisi Murat Tabiş’in anlatımına göre, Kabardey’de Rus-Çerkes savaşının bitimini müteakiben birkaç yıl boyunca “хьэдэ гъэриб тхьэлъэlу” / “defnedilmeyen veya kayıp insanların anma ve dua törenleri” yapılmıştır. Çünkü gerideki insanlara kalan ancak acı ve kederdi… İşte o zaman insanların sürekli acıklı ruh hallerini gören Catejukue Şuuj (Джатэжьыкъуэ Шуужь) isimli “bilge/тхьэмадэ” akil insanları toplamış ve her şeye rağmen eski ikamet yerlerine geri dönmeyi, tekrar yerleşmeyi ve “хьэдэ гъэриб тхьэлъэlу” sonrası, sonbaharda “жылэlэтыж тхьэлъэlу” / ”genel dua, Yüce Tanrıya şükran ve halkı, soyu yenileme bayramının kutlanması” önerisinde bulunmuştur.” Olayların gelişimine ilişkin tablonun netleştirilmesi için Murat Tabiş’in oldukça anlamlı görünen yorumlarını irdelemeye çalışalım. Birinci soru, kendisinin “Kabardey’de Rus-Çerkes savaşının bitimi” olarak belirlediği kronolojik dönüm noktası ile ilgilidir (anlaşıldığı üzere Rus-Çerkes savaşı altında Kafkas Savaşı ifade edilmektedir). Kabardey Çerkesleri’nin Kafkas Savaşı’na katılımlarını profesyonel düzeyde bilen biri olarak, “Kabardey’de Rus-Çerkes savaşının bitim” tarihini, merkezde açıkça direniş girişimlerinin bastırıldığı, askeri üs hattının çekildiği ve diğer uygulamaların yanı sıra “Geçici Kabardey mahkemesinin” faaliyetiyle baş gösteren askeri işgal rejiminin tesis edildiği 1822 yılı olarak mı algılamam gerektiğini anlayamamaktayım? Veya söz konusu olan bitiş noktası, Kabardeylerin batı Çerkeslerinin desteği ile Çar ordusunun konumunu ciddi şekilde sarstığı 1825 yılı mıdır? Belki de, Kabardey’in batı topraklarını Çerkesya’nın Kyakhsk kesiminde direnen Adıgelerden ayıran Labin hattının düzenli olarak işlemeye başladığı 1839-1841 yıllarından söz edilmektedir? Araştırma görevlisinin son Kabardey yerleşiminin silah bıraktığı 1861 yılını kastetmesi de kuvvetle muhtemeldir tabii. 1868 yılı da söz konusu olabilir ayrıca. Bu tarih, Hodz Kabardeylerinin başlattığı Batı Kafkasya’daki en büyük son silahlı ayaklanmanın tarihidir çünkü. Görüldüğü üzere okuyucunun hayal gücü 40 kusur yıl aralığında değişebilir. Kafkas savaşının gerilimli tarihleri açısından bu, tüm dönemi doğru ve kesin biçimde yargılayacak yorumlardan uzak, oldukça değişken, siyasi, askeri, kültürel, demografik ve diğer her türlü eğilim ve fenomenler yelpazesi demektir. Dolayısıyla, “test hassasiyeti amacıyla” iki uç tarihi 1822 ve 1868 yıllarını ele alalım. 1822 yılının en önemli olaylarının arasında, Rusya İmparatorluğu ile savaşmaya devam etmek amacıyla Kabardey nüfusun üçte birinden yarısına kadar olan kısmının, merkezi Kabardey’den Kuban Ötesi’ne göç etmesi yer almaktadır (Mantıken, yukarıda bahis mevzuu konuyla ilgili olarak yapılacak “defnedilmeyen veya kayıp” yorumu da bu tarihin temsil ettiği mana ile örtüşebilmektedir). Bu insanlar kendilerini “Hajret”( Hicret Kabardeyleri) olarak tanımlamışlar ve girişimlerini Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye muhacereti ile bağdaştırmışlardır. Bu savaşta ölen Hajretler de (örneğin, tıpkı 1779 yılındaki askeri harekâtta olduğu gibi) şehit olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bunlar “anılmayan ruhlar” arasına dâhil edilemezlerdi. Garip/гъэриб sözcüğü Kabardeyce’de sadece yaşayanlar için kullanılmakta ve 1998 yılı sözlüğüne göre “gurbette yaşayan ve sefil durumda bulunan” kişi anlamını ifade etmektedir. Yaşam tarzları toplum zihninde yıllarca örnek olarak yer edinen (ki profesyonel bir folklorcu olarak Murat Tabış konuya iyi derecede hâkimdir) insanlarla ilgili yukarıdaki tanımlama hiçbir surette kullanılamaz. Catejukue Şuuj (Джатэжьыкъуэ Шуужь) isimli “bilge/тхьэмадэ” 1822 yılından birkaç yıl (yani belirsiz sayıda, az bir yıl) sonra yurttaşlarına “eski ikamet yerlerine geri dönme” ve “oralara tekrar yerleşme” önerisinde bulunması mantığa aykırıdır. Çünkü o günkü Kafkasya’da Mineralniye Vodi bölgelerinden kovulan 18 köyün geri dönmesi imkânsızdır. Talostaneevsk düklüğünün kalıntıları da Vladikafkas üssü bölgesine dönememiştir. Kabardey asilzade aileleri, Tegulen (Тэгъулэнхэ), Vuko (Выкхъэхэ), Oko (Уэкъуохэ), Bagirsa (Багъырсэхэ), Damaley (Дэмэлейхэ), Tlostanoko (Лъостэнокъуэхэ) vb’lerinin de Nalçik üssü olarak el konulan yerleşim yerlerine geri dönmeleri imkânsızdı. O dönemde buralarda tesis edilen askeri işgal rejimi şartlarında, “her ne sebeple olursa olsun eski ikamet yerlerine geri dönmeye” yönelik her türlü girişim isyana eşdeğer kabul edilir ve askeri infaz kaçınılmaz olurdu. Bir zamanlar “Büyük Kabardey”in 30 binlik kalıntısı için bunun ne anlam ifade edeceğini açıklamaya gerek yok. Söz konusu tarihle ilgili son olarak 1822 yılından sadece birkaç yıl sonra “nüfusun yenilenmesinin kutlanması” ile ilgili her türlü olası safsatayı, kanıt gerektirmeyen bir absürtlük olarak kabul ettiğimi belirtmek isterim. Bu gerekçe irdelemeyi 1868 yılı etrafında yoğunlaştırdığımızda durum daha fazla desteklenebilmektedir. R. Fadeev’in isabetli ifadesi ile henüz vuku bulan soykırım sonrası “parçalanan Adıge halkının kalıntıları” durumundaki Çerkeslerin, ulusun “yenilenmesini” kutladıklarını hayal edebilmek için nasıl bir sağduyuya sahip olmak gerekmektedir? Ve elbette ki, “eski ikamet yerlerine” (Sochi? Novorossisk? Anapa?) geri dönüş söz konusu bile olamazdı. Tüm tarihsel kaynaklar göz önüne alındığında, güya öneride bulunan “тхьэмадэ” önderliğindeki “akil insanlar” takımını icat etmek zor, daha doğrusu imkânsızdır. Dönemin akil insanlarına duyulan derin saygıya rağmen, Kabardey’i hala kabile yaşlılarının yönettiği, bir çarlık birimi olmadığı ve tüm toplumu ilgilendiren konuların farklı ilkeler temelinde çözümlendiği iyi anlaşılmalıdır. Bu özgünlüğü kavrayan Rus analistler 1864 yılında şu tespitte bulunmuştur: “ ...Kabardey, Rus hükümetinin manevi olarak sağlamlaşmasına büyük engel oluşturan feodal yapısını korumuştur. Çünkü kanuna kanunla karşı durmakta ve toplum bütünlüğünü desteklemekte,... asilzade sınıfı, halkı, Rus etkisine karşı bir bütün, bizim için elverişsiz, kapalı, toplum ile Rus kanun ve gelenekleri arasında duvar ören ilişkiler sistemi ile koruyarak savunma savaşı yürütmektedir”. Sonuç itibariyle, “Kabardey’i Ruslaştırmak kadar zor bir iş yoktur” yorumunu yapmıştır. Ne yazık ki öngörülen girişimin “ideolojik gerekçelendirmesindeki” sakatlıklar bunlarla sınırlı değildir. Durum aşikar olduğu için daha detaylı irdelenmesine de lüzum yoktur. Fakat bir yanlışa daha dikkat çekilmesi gerektiği kanaatindeyim. Konu “bayramın” Çerkes dilinde tanımlanmasındadır :“ЖылэIэтыж тхьэлъэIу”/Jıletıj Theleu. Sorun şu ki, “Iэтыжын” fiili Çerkes dilinin farklı kullanım şekillerinde farklı anlamlar ifade etmektedir. Dilin muhafaza edilmesi bakımından Türkiye’de en büyük ve en güçlü Çerkes etnisitesinin yaşadığı “Uzunyayla”da “Iэтыжын” sözcüğü “yok etme” anlamına yakın bir mana ifade etmektedir. Örneğin, yıllar öncesi Türkiye’de yayılan Çerkes danslarını yasaklama kampanyasını soydaşlarımız “джэгу Iэтыж” (yok etme/yasaklama) olarak tanımlamıştır. Bu bağlamda, tanımlamasında “жылэIэтыж” ifadesinin bulunduğu bir girişimin kardeşlerimizin dil bilincinde nasıl çağrışımlar yapacağını tahmin etmek zor değildir. Bununla birlikte, dilin düzenli olarak literatür normları kalıbına uyarlamasının bulunmadığı işlevsellikte, özellikle deyimin en arkaik ve otantik kelime oluşum şekillerini muhafaza ettiğini anlatmaya gerek yoktur. Kanaatimce, yukarıda açıklanan argümanlar, “evveliyata” gerekçe yapılan dayanakları tamamıyla anlamsız kılmaktadır. İdeolojik maske olarak değerlendirilen “belagati” irdeledikten sonra, gün geçtikçe çizgileri belirginleşmeye başlayan ve Çerkeslere benimsetilmeye çalışılan konuya geçerken, oldukça uzun zamandır “konunun etrafında dolanıldığını” belirtilmek lazım. En azından geçtiğimiz yılın başından itibaren medyada açıkça ele alınmaya başlanmıştı. Hatırlanacağı gibi “bayram hevesini” ısrarla dile getirenlerin başında Skhroko Hauti gelmektedir. (Geçtiğimiz yıl Kafkas Savaşı’nın başlangıcının 250. yıldönümü vesilesiyle “Adıge Heku” sitesinde yayınlanan genel çalışmada, bu tür girişimlerin özlü ve anlamlı bir değerlendirmesi verilmişti.) Şimdi burada bu inisiyatifin temel niyetini, ayrıca iç ve dış siyasi yönlerini biraz daha ayrıntılı irdelemeye çalışalım. Ve dış siyasi etkilerden başlayalım… Söz konusu inisiyatifi güdüleyen, Olimpiyatlar öncesi “Çerkes konusuna” verilmesi öngörülen “uslu” görüntüyü tesis etme ihtiyacı olsa gerek. O dönemde söz konusu spor etkinliğinin sorunsuz düzenlenmesi için gerçekleştirilen bir takım taktik atraksiyonlar kısmen istenen sonucu vermiştir. Görünen o ki, Rusya ile Batı arasındaki ilişkilerde -ileri dönemlerde ve muhtemelen uzun vadede- zıtlaşma unsurlarının büyüme işaretleri verdiği ve karşılıklı uyuşmazlığın artma trendine girdiği bir dönemde “Çerkes konusu” yeniden canlandırılmaktadır. Bu atmosferde Ukrayna’nın Çerkes halkına uygulanan soykırımı kabul etme olasılığı kuvvetle muhtemeldir. Bu kararın alınması durumunda Kiev’i bazı başka ülkelerin takip edeceği tahmin edilebilir. Olayların bu yönde gelişme olasılığı, Moskova için ek sorunlardan ziyade ayrı bir cephe demektir. En azından devletlerarası ilişkilerdeki her türlü kötüleşmede, dünya siyaset oyuncuları tarafından ağır baskılar için gerekçe kılınması tehdidi oluşturacağı gibi, bir itibar kaybına uğratma riski de söz konusudur. Bu durumda olayların istenmeyen yönde gelişme ihtimalini önlemek ve etkisini en aza indirmek ehemmiyet kazanmaktadır. Bu bağlamda -kendi isimleri altında bayramlarını kutlayan- “refah içindeki Çerkesler” görüntüsünün, oluşturulmak istenen algının çerçevesiyle örtüşeceği tartışmadan uzaktır. Her halükarda, dış faktörlerin Adıgeleri destekleme veya desteklememe derecesine bakılmaksızın, son yirmi yıl içerisinde içe yönelik faaliyetlerle (dil, tarih, öz oluşum ve ulusal hareket deneyimi) istikrarlı şekilde güçlendirilen bir “Çerkes Konusunun” oluştuğu belirtilmelidir. “Çağdaş Çerkesliğin yeniden doğuşunda” en önemli hususlardan biri, toplum için önem arz eden olayları anma kültürünün benimsenmesidir. Bu kültür çerçevesinde etkinlik kazanmış aktiviteler olarak, Çerkes başkentlerinde ve diasporanın yoğun olduğu yerleşim merkezlerinde yirmi yılı aşkın süredir düzenlenen 21 Mayıs törenleri ile 10 Ekim tarihinde düzenlenen Къетыкъуэ тIуащIэ / Muharebe Yerinde Anma programları bulunmaktadır. Bu durumda, “sürekli yas ortamında yaşanmayacağı” yönündeki konuşmalar oldukça tuhaftır. Zira, örneğin 21 Mayıs’ta anılan olaylar göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Bu tarihte Çerkesler, anılarındaki soykırım trajedisini -ölen erkek ve kadınlar, yaşlı ve çocuklar, yok edilen ülkeyi- canlandırmaktadır. Fakat tüm bunlar ancak sağlam bir hafızaya sahip iseniz mümkündür. Hafızamız ise bize direniş ve cesareti, haysiyet ve onuru, büyük başarıları ve Çerkeslerin yıkılmadığını hatırlatmaktadır. Dolayısıyla 21 Mayıs’taki anma törenlerinde Çerkeslerin “Adıge vey-vey!” nidaları gururla yükselmektedir. Къетыкъуэ тIуащIэ bölgesinde her yıl düzenlenen anma etkinliği de çok derin kültürel-etik anlam içermektedir. Ayrıntılara girmeden belirtelim ki; Çekler için Beloya Gora muharebesi ne ifade ediyorsa, Sırplar için Kosovo Pole’deki kahramanlık ne ifade ediyorsa, Macarlar için Mohaç’taki muharebe ne ifade ediyorsa veya Polonyalılar için “Prag savaşı” (Varşova yakınları) ne ifade ediyorsa, 235 yıl önce bu bölgedeki kanlı muharebe sırasında şehit olan Kabardey ordusu askerlerinin anılması da Çerkes halkının tarih bilincinde aynı anlamı ifade etmektedir. Rusya devlet sisteminin yıllardır Çerkes halkının XIX. yy’ın 60’lı yıllarının birinci yarısındaki soykırım sonuçlarını aşma çabalarını sürekli göz ardı ettiği şartlarda; devlet temsilcilerinin Adıgelerin takvimine “renk katma” girişimi doğal olarak şüphe uyandırmaktadır. En azından çağdaş Çerkes zihniyetine kalıcı bir şekilde “kendi kavramsal kaynağını aşılama” girişimi olarak yorumlanmaktadır. Daha az iyimser bir senaryo olarak, iktidarın istemediği kültürel-tarihi olayları toplum zihninde kenara itme, hatta tamamen yok etme girişimi olarak da değerlendirilebilir. Fakat bu tür heveslerin yolunda aşılması güç iki engel bulunmaktadır. Birincisi, sosyo-psikolojik ve etik faktörler ile “meşruiyet” kategorisi üzerinden ifade edilmektedir (meşruiyet “yasal” terimi ile karıştırılmamalı. KBC Başkan Vekili elbette ki yasal davranmaktadır). Kısacası, KBC Başkan Vekili, sadece yarım milyon Çerkesin (ki Rusya Federasyonu resmi etnik gruplar listesine göre hiç de böyle tanımlanmamakta) ikamet ettiği ülkemiz sınırlarında yönetim görevlerini yürüten bir bürokrat olarak, diğer üç milyonu aşkın soydaşımızı temsil etme olanağından mahrumdur. İkinci engel, kültürel düzlemdedir. Konu şu ki, öngörülen “bayram” hayalden öte bir şey değildir. Yani “gerçekte ifade edilen nesneyi içermeyen bir olgu” veya “aslı olmayan bir şeyin görüntüsü, gerçekte var olmayanın gösterilmesidir”. Son olarak... Rusya’da “Çerkesler günü” kutlanabilir mi? Şüphesiz, evet! Fakat bu kutlama, derin ve kapsamlı bir empati içermeli, samimi, duygulu ve anlamlı bir eylem olmalıdır. Bunun için kanaatimce, birinci olarak bayramı önerenlerin Çerkes değil, Çerkesler’in rehabilitasyona gereksinimi olduğunu düşünenler olması gerekir (ki bu durum soykırım mağduru Çerkeslerin tam anlamıyla rehabilite edilmeleri ihtiyacını gündemde tutacaktır). İkincisi ise, kutlamalar tüm tarihi Çerkes topraklarında olmasa bile, en azından Çerkeslerin yerli halk olarak yaşadıkları Rusya Federasyonu’nun 6 bölgesinde yapılmalı veya halkımıza karşı işlenen adaletsizliğin pişmanlığı ve saygı göstergesi olarak genel Rusya bayramı olmalıdır (Örneğin ABD’de kutlanan “Hintliler günü” gibi). Bu bağlamda, bana göre şu anda tanıtılan “bayram” sadece ve sadece “Bize Danayların armağanıdır”. (*) Latince “Hediyeyle gelen Yunanlılara dikkat et!” manasına geliyor. Truva Savaşı’nın kazanılmasında etkili olduğu iddia edilen Truva Atı’na (ya da tahta at) yapılan bir göndermedir. Danay Yunanlıların antik Yunan Mitolojisindeki ismidir. (Editör)
[2] Taksonomi :Sınıflandırma bilimi. Canlıların sınıflandırılması ve bu sınıflandırmada kullanılan kural ve prensipler. Taksonomi terimi Yunanca taksis (düzenleme) ve nomos (yasa) sözcüklerinden türetilmiştir.(Editör)
|
3281 kez okundu
YorumlarÇerkes Bayramı Hakkında 29/09/2014 21:57 Öncelikle konuya gösterdiğiniz ilgi ve çalışma, önümüze çeşitli şekillerde sunulan, herkesin Çerkes kelimesi ile ilişkilendirilmesi ile beğendiği, aslında teknik açıdan incelendiğinde farklı tutumların takınılabileceğini gösteren güzel bir makale olmuştur.
Üzülerek belirtmek isterim ki, okuma konusunda daha hassas, bilinçli, tarihini, kültürünü tanıyan, anlamlı ve doğru sonuçlar çıkaran insanlar olmamız gerektiğini ancak bu konuda istenilen düzeyde olmadığımızı yeniden anlamış olduk.
Teşekkür ederim. Misafir - |