Aydın Candemir
aydincandemir@gmail.com
Var Olma Mücadelemiz Devam Edecek!
09/01/2014
Köylerde toplu olarak yaşarken canlı ve diri olan kültürümüz, şehir hayatıyla birlikte kış uykusuna yatarak -tabiri caizse- bitkisel hayata girdi. Halkının töresinden ve kültüründen uzak kalan insanımız haliyle Adige kültürünün özelliklerini gösteremiyor. Köy hayatında her ortamda kendi dilini konuşma imkanı bulan, xabzeyi yaşayabilen insanımız şehirde bu imkana sahip olamıyordu. Dolayısıyla pusuda bekleyen asimilasyon canavarı en büyük tahribatını gerçekleştiriyordu. Bu tahribatı şu günlerde en acı şekilde yaşıyoruz. Hal-i pür melalimiz ortada. Adiğe karakterine örnek gösterilebilecek insanların sayısı hızla yok olurken, bizler televizyonda gördüğümüz bazı ünlü kişilerin Adiğeliğinden övünç payı çıkararak avunmaya başladık. Acınacak halimizi tersine çevirecek
bir avuç insan canla başla çalışsa da istenilen neticeyi almak zor görünüyor. Kimse
bizi ciddiye almıyor. Yürüyüşlerimiz, Bu ülkede kültüre katkı babında fazla bir şey üretemedik. Üstelik olanları da kaybettik. Dil bilenlerimiz arasında bile bir şarkıyı baştan sona okuyabilen kaç kişi çıkar bu ülkede? Peki bizler ne yapıyoruz? Yaşadığımız ülkeye ne kadar sadık olduğumuzu göstermek için kraldan çok kralcılık yapıyoruz. Başkalarının gözüne girmeye çalışıyoruz. Kimimiz TC ünvanlı oldu, kimimiz ulusalcı, kimimiz cemaatçi. Çerkeslerin ruhunu, karakterini kaybetmekle karşı karşıya olduğu, buna bir çözüm bulunması gerektiği dile getirildiğinde “siz de mi?” sorularına muhatap oluyoruz. Bu soruları kendi insanımızdan duymak ise daha iç acıtıcı. Kültürel talebi bölücülük sayan cahillerle nereye varılır? Yıllardan beri uygulanan sistemli bir psikolojik baskı ortamının etkisinden kurtulmak elbette kolay değil. Eğitim sistemi şimdiye kadar tek tip insan yetiştirmeye odaklanmıştı. Bu konuda başarılı olduğu da söylenebilir. Bu insan tipi Türk, Müslüman, Sünni (fazla dindar olmayan), ulusalcı, “Ne mutlu Türküm diyene” sözünden kerametler bekleyen bir insan tipi. Tek tiplilik ruhumuza o kadar işlemiş ki bütün okullarda tek tip formalardan başka kıyafetlere tahammül edemez olduk. 80’li yıllardan önce okullarda öğrencilerin takım elbise giyme zorunluluğu vardı fakat herkes istediği renkte elbiseler giyebiliyordu. Toleranssızlık, tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük en önemli meziyetlerimiz arasına girdi. Çocuklarınızın kitaplarını incelediyseniz görürsünüz. Yeni eğitim sisteminde artık farklılıklar, farklılıklara tahammül gibi temalar bulunmaktadır. İnsanlar ve farklı kültürler bir bahçedeki değişik çiçekler gibi zenginlik kaynağı olarak nitelendirilmektedir. Yeni eğitim müfredatında farklılıklara, farklı kültürlere saygı göstermenin insanlığın ve demokrasinin gereği olduğu sık sık vurgulanmaktadır. Eskisi gibi ırki vurgular yapılmıyor. Ama takdir edersiniz eğitimin neticesini ise hemen alamıyorsunuz. Hepimiz sistem içinde şöyle veya böyle beyin yıkama operasyonlarına tabi olduk. Kimimiz bu zehirlerden zamanla kurtulurken, kimimizde zehirin etkisi hala devam ediyor. Peki bizler ne haldeyiz? Suçu ona buna atmakla, devletten bazı taleplerde bulunmakla bir yere varamıyoruz . Eleştiriye daha çok ihtiyacımız var. Pesere (eski) Adigeler “Terterıce zac’ew tinısac’e tejjğewubıj” (Biz bize gelinimizin dedikodusunu yapalım) derlerdi. Dilerseniz, hepimizde az veya çok olan eksiklerimizi dile getirelim: Duyarlı insanlarımız İstanbul’dan Ankara’ya gelerek basın açıklamasına heyecanla, coşkuyla katılırken, bazı kardeşlerimiz bahanelere sığınarak vurdum duymaz tavırlar sergiliyor. Ne yazık ki bu davanın akamete uğramasını isteyenleri de görüyoruz. Yapılanlar doğruysa destek ver; yanlışsa eleştir. Ama kör, sağır ve dilsiz olma ne olur? Her şeyi açık açık konuşalım. Türklerin güzel bir atasözü “Açık yaraya kurt düşmez” der. Tarihte olduğu gibi sen -ben kavgasından bir türlü kurtulamıyoruz. Başkaları bizi çok tutkun görse de gerçekler bambaşka. (Tızereml’eğume tızefal’e ,tızerel’eğume tızerel’ı.) Güzel giyinmeyi, güzel yaşamayı severiz. Sayımızı olduğundan fazla göstermeye çalışırız. Lakin evlilikte biraz ağır alırız. Evlenenimiz de iki çocuktan fazla yapmaz. Hatta hiç evlenmesek de olur deriz. Kültürümüzle, kimliğimizle gurur duyarız. Atalarımızla övünürüz ama iki kelime olsun atalarımızın dilini öğrenmekten kaçınırız. Dönüş düşüncesini bırak; ecdadının kanlarını akıttığı ana vatan topraklarını, oraları muhafaza ederek bugünlere getiren soydaşlarımızı ve akrabalarımızı ziyaret etmeye istekli bile olmayız. Atalarının kemiklerinin bulunduğu Çanakkale’deki törenlere on bin km. uzaktan gelen Anzakları örnek almayız. Kısacası gittikçe duyarsızlaşıyor, dolayısıyla tükenişe bizler de katkıda bulunuyoruz. Şu anekdot bizleri güzel anlatmıyor mu? Sovyetler Birliği yıkıldığında, Almanya’da yaşayan, kendini halkına adamış bulunan Dr. İhsan Salih, o sıralar zor durumda kalan Kafkasya’da yaşayan Çerkesler için bir yardım kampanyası açarak gazetelere, TV lere ilan vermişti. Aynen şöyle yakındığını hatırlıyorum: “İlandan haberdar olan Almanlar 50-100 km uzaktan arabasıyla yardımlarını getirip bırakırken, bizim hemşeriler 3-5 km’lik yerden yardım getirmeye eriniyor.” Ne yapalım olumlusuyla olumsuzuyla biz böyleyiz. Tüm bu olumsuzlukların yanında sadece kaşenle, şeşenle, yetinmeyip, dilini arkadaş çevresinde, internet ortamında v.s. öğrenmeye gayret sarf eden gençlerimiz göğsümüzü kabartıyor; tükenmekte olan umutlarımızı yeşertiyor. En son, Çoğulcu Demokrasi Hareketinin Ankara’da gerçekleştirdiği basın açıklamasında böyle gençleri tanıma fırsatım oldu. Her şeyin farkında olan bilinçli ve duyarlı gençlerimizi kutluyorum. 20-25 yaşındaki gençlerimizle ayak üstü dilimizi konuşabilmem beni bir hayli umutlandırdı. Yaşlılardan ziyade gençlerin sahip çıktığı davalar her zaman başarıya ulaşır. Bazı değerli arkadaşlar umutsuzluğa kapılıp bu iktidarla olmaz diye kestirip atıyor. AKP bizi hesaba katmıyor. MHP ile CHP’de hiç umut yok. Cemaatçiler ve tarikatçılar tamamen ilgisiz. Peki biz geriye kalan yüzde 5-10 ile ne yapabiliriz? Bu durumda tek çıkar yol partileşme olmuyor mu? Bazıları alaycı bir tarzda küçümsese de geniş kitlelere ulaşmanın en önemli yoludur partileşmek. Duyarlı, sorumlu ve kimlik bilincine sahip insanlarımızın sayısının artması tükeniş çarkını inşallah tersine çevirecektir. Mücadele etmeden, fedakarlık göstermeden hedefe ulaşmak ise çok zor. Haydi hep birlikte zoru değiştirmeye talip olalım. Sorumluluğu belirli insanlara yıkmayalım. Kısır çekişmeleri bırakalım. Umutsuzluğa ise hiç kapılmayalım. Bizim yapamadığımızı yapanlara kara çalmayalım. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Çoğulcu Demokrasi Hareketi Başarılı Olabilir mi? - 05/07/2014 |
Şehirlerde yaşayan duyarlı hemşerilerimiz Kafkas Dernekleri yoluyla tükenişe karşı koymuş, asimilasyona karşı canla başla mücadele etmiştir. Kültürel faaliyetlerle halkımıza kimlik bilinci kazandırılmaya çalışılmıştır. |
Seçimler ve Çerkesler - 12/03/2014 |
Başbakanlık makamına gelen biri sıkıysa “Ben Gürcü kökenliyim veya Çerkes kökenliyim” desin bakalım. Avrupa ülkelerindeki Türk milletvekilinden, belediye başkanından gurur duyan TC ünvanlı gençlerimiz sosyal medya üzerinden saldırıya geçerler. |
Andımız Türkiye’ye Ne Kazandırdı? - 24/10/2013 |
Atatürk Türklerin atası demek, bir milletin atasını sevmesi gerekiyorsa, Çerkesler Türk olmadığına göre, sevmeleri gereken atalarını elbette ki Türkiye'de değil, Kafkasya'da bulacaklardır. |
Ulusalcılar ve Çerkesler - 27/07/2013 |
Özellikle ulusalcılara destek veren Çerkesleri anlamak gerçekten zor. Çerkeslerin ne çıkarı olacak söyleseler de, biz de sesimizi kessek. |
“Arnavutum”, “Çerkesim”, “Boşnakım” Demek Suç mu? - 26/02/2013 |
Türklük kadar diğer soylar da şereflidir. Sen Türk olmaktan nasıl gurur duyuyorsan, öteki de aynı şekilde kendi soyundan gurur duyamaz mı? |
Dilimiz Konusunda Özeleştiri - 21/01/2013 |
Oynamaya gelince gençlerimizin maşallahı var. Bu konuda atalarını bile geçmiş durumdalar. Ama dile gelince hiç hevesleri yok. Evet büyükler olarak bizler suçluyuz. Ama yo onların gayretsizliği? Haftada ya da ayda üç-beş kelime öğrenmek çok mu zor? |