İmdat Kip
imdatkip@gmail.com
21 Mayıs ve Soçi Olimpiyatları
10/05/2012
Garip bir tesadüftür, 2014 Soçi Olimpiyatları Çerkeslerin tarihin gördüğü en vahşi sürgün ve soykırımlardan biriyle sonuçlanan özgürlük savaşlarını kaybetmelerinin 150. yılına rastlamıştır. Yeri de savaşın tamamlandığı ve Rusların zaferlerini askeri ve dini törenlerle kutladıkları Soçi’dir. Çerkes dünyasında bu acı tesadüfün etrafında geliştirilen “No Sochi” muhalefeti son yıllarda yükseliyor. Kim akıl etmişse kutlamak lazım. Soçi Olimpiyatları Çerkeslerin tarihleriyle, kimlikleriyle ve problemleriyle yüzleşmeleri için çok önemli bir fırsattır. Çerkes sürgün ve soykırımının son sahnesinin yaşandığı, Çerkeslerin tarihten tamamen silinme tehlikesine atıldığı, kendi yerli halkından tamamen arındırılmış bu toprakların adı, barışın simgesi sayılan bir spor faaliyetiyle beraber anılıyor. Milyarlarca dolar harcanıyor, vatanlarında yaşama hakları ellerinden alınmış atalarımızın kemikleri üzerinde devasa spor tesisleri yükseliyor. Bu toprakların çocukları dünyanın dört bir yanına dağılmış, dillerini, kültürlerini, kimliklerini kaybediyor, kültürel yok oluşun eşiğinde can çekişiyor. Soçi ve çevresinde konuşulan dillerden Wubih dili tarihe karışmış durumda. Adıge ve Abaza lehçeleri de aynı akıbete doğru yol alıyor. Bir yandan da bu toprakların parseli yüzbinlerce dolara alınıyor-satılıyor. Tarihin üzerine, insanlık suçlarının üzerine “beton” dökülüyor. Spor ve barış inşa ediliyor. Bu adaletsizliğin üzerine dünya barışının inşa edilemeyeceğini söyleyenler itirazlarını yükseltmeye çalışırken, Çerkesler yine çok hazırlıksız, örgütsüz ve kafaları karışık. Kafaları karışık çünkü ; başlarına gelen konusunda dahi bilgileri net değil, tavırları net değil. 1860’larda vatanlarından koparıldıktan sonra, gerek diasporadakiler gerekse de anavatanda kalabilmiş bir avuç Çerkes ard arda gelen ve bir öncekini unutturan başka felaketler yaşadı. Bu nedenle tarih hep yeniden ve başka bir yerden başladı. Diasporadakiler için Balkan savaşları, Çanakkale, Sarıkamış, Çerkes Ethem, Cumhuriyet, CHP, “vatandaş Türkçe konuş” yeni başlangıçlar oluşturdu. Anavatanda kalanlar için ise Birinci Dünya Savaşı, 1917 devrimi, özerk bölgeler, İkinci Dünya Savaşı yeni referanslar ve de başlangıçlar. Hiçbir dönemde de kendi kurumlarına sahip özgür bir toplum olamadığımız için, tarihimiz ya üzerimizde hakimiyet kuranların istedikleri gibi, ya da onlara reaksiyon olarak biçimlendirildi. Uzun süre Kafkas Türkü, Şeyh Şamil gibi gevelemeler dışında kendimizle ilgili elle tutulur hiçbir şey konuşamadık. Sonra da göç, kaçış, kandırılış, zorunlu göç, muhaceret gibi yalan yanlış şeyler konuştuk. Sürgün ve soykırım dememek için bin dereden su getirdik. Kirletilmiş bir hafızamız var. Kirletenler de halen iş başında ve “netleşme sürecini” sabote etmeye-engellemeye çalışıyorlar. Uğradığımız felaketin simgesi 21 Mayıs, Çarlık Rusyası için Çerkesya’nın işgalinin tamamlandığı zafer bayramı idi. Sovyetlerin dağılmasından sonra anavatanda kurulan sivil toplum örgütleri eliyle gerçekler daha açık konuşulmaya başlandı. Dünyadaki Çerkes örgütleri bir çatı atında toplanıp Dünya Çerkes Birliği’ni kurdular. Biçimlendirilmiş, suni olarak üretilmiş tarihin foyası çıktı. Belgeler ve gerçekler ortalığa dökülmeye başladı. Bu örgütler Çerkeslerin başına gelenin sürgün ve soykırım olduğunu ortaya koymakla kalmadılar, bu gerçek KBC, Adigey ve Abhazya parlamentolarında kanunlarla tescil edildi. 21 Mayıs da “Ulusal Yas Günü” olarak resmen kabul edildi. 1990’ların ilk yıllarında 21 Mayıs, geniş halk katılımının da olduğu resmi törenlerle anıldı. RF dahi sürgün ve soykırımı tanımanın eşiğine geldi. 2000’lere doğru RF’deki değişiklilerle STK’lar yok edildi. DÇB devletleştirildi. Adeta, geçmişte halkı için yaptıklarını geri almakla görevli bir devlet bürosuna dönüştürüldü. 21 Mayıslar da, daha önce kanunla kabul edildiği için devletin başına bela olarak kalmış, bir türlü yok edilemeyen, bu nedenle önemsizleştirilerek, bulandırılarak, sulandırılarak, geçiştirilmeye çalışılan bir resmi tatil günü olarak kaldı. Aslında 90’larda kabul edilen sürgün ve soykırım yasalarını da, Repatriant (geri dönüş) yasalarını da kimse yürürlükten kaldırmadı. Ancak bu yasalar kadük oldu. Çünkü bu yasaları çıkartan cumhuriyetler kadük oldu. Muhtariyetler (özerklikler) adeta “muhtarlıklara” dönüştürülmüş, “muhtarlar” da bizi yüzyıllar önce Ruslarla gönüllü birleşmiş, mutlu yaşayan bir halk olduğumuza, her ne kadar 1860’larda birtakım patırtılar olduysa da, bu esnada Rus askerlerinin de bizim gibi çok sıkıntı çektiğine inandırmaya çalışıyorlar. *** Türkiye’de 21 Mayıslar daha çekingen başladı. Önceleri denize çiçek-çelenk atarak, sonra Kefken’de Nart Ateşi yakarak devam etti. Son yıllarda da Beşiktaş sahillerini mesken tuttu. Bu arada “No Sochi” çerçevesinde ve uluslararası arenada gelişen hareket, kontrol edilen örgütlerce de kontrol edilemiyor. Sürgün ve soykırımın tanınmasını istiyorlar, protesto ve taleplerini de muhatabına götürüyorlar. Sayıları ve sesleri de sürekli yükseliyor. Konuyla gerçekten ilgili olanların kafası çok nettir. Çerkeslerin başına gelen felaket açıkça vahşi bir soykırım ve sürgündür. Bunun bir faili bir de mağduru vardır. Mağduru Çerkesler faili de Çarlık Rusyası’dır. Gerisi teferruattır. Bu konuya eklemlendirilmeye çalışılan Osmanlı, İngiliz, İran, din adamları, feodaller vesair hikayeler, konuyu açıklamaya değil saptırmaya, bulandırmaya yönelik kasıtlı imal edilmiş teferruatlardır. Geçmiş dönemlerde gaflet ve delaletten veya bilgi yetersizliğinden bu teferruatlarla hafızalarımızı kirletenler, bugün hala bunlarla uğraşıyorsa, bu tutum artık gaflet ve delalet sınırını çoktan aşmıştır. Olaya tersinden yani sonuçlarından bakmak yeterlidir. Bugün dünyanın birçok ülkesinde ezici çoğunlukları dillerini ve kültürlerini kaybetmiş, kalabilen küçük bölümü de kendi vatanlarında birbirinden kopuk adacıklarda azınlık olarak ve varlıkları tehdit altında yaşıyor. Bu tabloyu hangi kenar süsüyle süsleseniz de gerçekleri değiştiremezsiniz. *** Çerkesya’nın Rusya tarafından işgali 1763 yılında Kabardey topraklarında Mozdok kalesinin inşa edilmesiyle başlamış, 1864 yılında Soçi’nin işgaliyle tamamlanmıştır. Bu kadar uzun bir zaman zarfında sırası gelen bütün kabileler katliam ve işgale uğramıştır. Bir çok Çerkes kabilesi tarih sahnesinden tamamen silinmiştir. Bu minvalde hangi kabilenin daha fazla dayak yediği, hangisinin kesilmekten daha fazla kurtulduğu gibi konularla işi sulandırmak da abesle iştigaldir. Rusya Çerkesya’yı işgal ederken bu toprakları halkından arındırmayı amaçlamış ve etnik temizlik yapmıştır. Sonuç ta ortadadır. “En kurtulduğu” iddia edilen Kabardeyler, savaşın başladığı dönemde Çerkeslerin en kalabalık nüfusu ve coğrafyasına sahipken, 1765’den teslim oldukları 1822 yılına kadar defalarca Ruslarla savaşmışlar, yüzlerce köyleri yakılmıştır. Bu tarihe kadar, 1779’da ordularının tamamen yok olduğu “Kaytıko Tuwaşe” ağır yenilgisi ve ardından 1804-1810 arasında yaşanan veba salgınından sonra topraklarının büyük çoğunluğunu ve nüfuslarının yüzde doksanını kaybetmişlerdir. Rus kaynaklarına göre bu tarihlerde hayatta kalmış Kabardey sayısı 30.000 civarındadır. Bugün Kabardey tarihi topraklarının yüzde yetmişinde hiç Çerkes olmadığı gibi Çerkes mezarı bile bulmak son derece zordur. Bu tabloyu da “feodaller götürdüydü-din adamları kandırdıydı” gibi süslemelerle “satmaya” kalkışmak artık kurnazlık bile değildir. Çerkes halkına karşı yapılan ahlaksızlığın aptallıkla karışımıdır. *** Çerkes sürgün ve soykırımının tanınması ve “No Sochi” muhalefeti etrafında yükselen seslerin önemi Çerkes halkı tarafından henüz yeterince kavranmamış, ciddiye alınmamışsa da muhatabı tarafından ciddiye alınmaktadır. Geçen yıl diaspora derneklerinin temsilcileri RF Duması’nda kabul edildiler. İlginç olan, bu toplantıya kabul edilen dernek ve temsilcileri çoğunlukla RF’den birşey istmeyenlerdi. Geçen yılın 21 Mayısı’nda bu görüşmeden dönen heyetin büyük bölümü Nalçik’deki törenlerdeydi. Kendilerine söz verildi ve birer konuşma yaptılar. Önce Arap ülkelerinden ve İsrail’den gelen temsilciler konuştu. Bunlar “Kanoko bizim oralara geldiydi-başımız göğe erdiydi” gibi konuşmalar yaparken başım eğildikçe eğiliyor, kalabalığın arasında küçülüyordum. Derken Türkiye’den Rahmi Tuna abimiz söz aldı. Tarihte imparatorlukların İngilizlerin, İran’ın, Türklerin ve Rusların Kafkasya’yla sıklıkla rekabet içinde olduğunu, önemli bir bilim adamına göre de savaşı Türklerin başlattığını söyleyip kürsüden indi. Kim ne anladı bilemiyorum ama ben bir şey anlamadım. “Muhatabının hatırını kırmama” refleksiyle hareket edenlerin, yıllardır sürdürdükleri söylem biçimlerinden birisi de “savaşın kötülüğüdür”. “Bu savaşlar ne kötü be birader. Halklar da çok sıkıntı çekiyor. Çok da telefat oluyor. İnşallah bir daha böyle şeyler olmaz” gibi laf kalabalıklarıyla, faili de mağduru da aynı kefeye sıkıştırıp, konuyu arada bir okunup tekrar rafa kaldırılan bir hikayeye çevirmektedirler. Ortaya çıkmış olan adaletsizliği ve olması gereken hak taleplerini dile getirmekten özenle kaçınmaktadırlar. Soykırımın tanınması talebi ve Soçi Olimpiyatları protestolarının önemi, acıklı bir hikayenin tescili noktasında değildir. 2014; derdimizi, hak taleplerimizi dünyaya ve muhatabına anlatmanın çok önemli bir fırsatıdır. Yıllardır denizlere çelenk atarak, ağıtlarla derdimizi balıklara anlattık. Acımızı deniz ve balık çoktan anlamıştır. Üstelik balıkların hafızası pek kuvvetli de değildir. Artık derdimizi insanlığa ve muhatabına anlatmanın zamanıdır. Yeri de elbette Taksim’dir. Nesli tükenmekte olan canlıların dahi koruma altına alındığı bir dünyada, vatanlarından koparılmış, tükeniş içindeki Çerkesler’e tüm insanlığın ve özellikle muhatabının borcu vardır. Bu gün derdimizi anlayacak, hak hukuk ekseninde dünyaya bakan bir Rusya yok. Ve taleplerimize de cevap vermeyecektir. Fakat bu çok uzun yıllar sürecek bir mücadeledir. Biz var olma iradesi gösteriyorsak, küllerimizden yeniden doğacaksak, acılarımıza, mağduriyetimize tutunarak yaşayacağız. Kimliğimizi ve varlığımızı bunun üzerine yeniden inşa edeceğiz. Kaffed’in de kafası karışık. Yularını kaptırdığı DÇB, Soçi ekseninde yükselen Çerkes muhalefetine ya engel olmak, ya da manipüle etmek için çırpınırken, kendisinin durumu adeta iki cami arasında beynamaz. Bir yandan sürgün ve soykırım diyorlar, bunların ilk defa kendileri tarafından dile getirildiğini söylüyorlar; bir yandan da net bir politika geliştiremeyerek kendileri dışında gelişen Taksim ve “No Sochi” protestolarından uzak durmaya çalışıyor, Taksim’in alternatifi olmaya çabalıyorlar. İşin sahibiymiş görüntüsünü vermeye dönük çabalarla konunun ve mekanın etrafında dolaşıyorlar. Bu yılı da Taksim yokuşuna tırmanmadan Beşiktaş sahilinde geçirecekleri anlaşılıyor. Miting yapmıyorlar, yapanlara katılmıyorlar, Taksime çıkmıyorlar, çıkanlara katılmıyorlar. Sevgili Kaffed; anladık, sizin kesmediğiniz haramdır da, siz kesinceye kadar zaten haram oluyor. 2014’e kadar varlık emaresi göstermezlerse, Çerkesler yine önemli bir fırsatı kaçırmış olacaklar. Artık çok az bir zaman kaldı. Eğer gelecek sene de Taksime gelmezseniz 2014’den sonra Beşiktaş’a kadar da zahmet etmeyin. Adalar iskelesinde buluşalım. Eskiden 19 Mayıs’larda Adalar’a pikniğe giderdik. Oralarda Nart ateşini yakıp şiş kebap yaparsınız.
10 Mayıs 2012 - Nalchik
---oOo---
21 Mayıs’ın yeni bir yıldönümüne yaklaşırken, 2 yıl önce kaleme aldığım “Ortodoks Papazlardan 21 Mayıs’a” başlıklı yazımı da aşağıda bir kez daha yayınlıyorum. Okunduğunda gündemin pek fazla değişmediği görülecektir.
Ortodoks Papazlardan 21 Mayıs’a
Efendim Ortodoks papazlar 23-24 Nisan tarihlerinde Kremlin’de Anti-Soykırım Konferansı yapacaklardı. Kimseye faydası olmayan kilisenin papazı olacaklarına faydalı bir işe imza atmak istemiş olmalıydılar. “Yalan Tarih Öğrenimine Bilimsel Ortodoks Bakış” biçimindeki başlık da son derece ilgimi çekmiş merakla bekliyordum. Sonradan bu haber basında yer alıp, Çerkeslerin internet sitelerinde de yorumları ile beraber genişçe yer alınca, buna derin müdahaleler gelir de bir takım budamalar olur, papaz kafasıyla yapılan bir eylem olmaktan çıkar da malzemenin kalitesi düşer diye endişelenmeye başlamıştım ki, “iptal haberi” geldi ve malzeme temelli elden gitti. Her ne kadar halkın bir kesimi bunu Çerkesler tarafından yapılmış bir engelleme başarısı olarak görüp memnun kalmışsa da, ben kafamdaki bir dünya soruya cevap aradığım bu konferansın iptaline ziyadesiyle üzüldüm. Gerçi konferansın ana hatları başından belli idi. Nelerin söyleneceği aşağı yukarı ortadaydı ancak şeytan detaylarda gizlidir. Bu nedenle de konferans başlığını açıklayacak detayları merak etmeye devam edeceğim. Bir defa, konferansın bakışı “bilimsel” ve de “Ortodoks” olacaktı. Tarih bilgimizle ilgili “yalanları” ortaya koyacaklardı. En önem verdiğim hususlardan biri, bu bizim soykırım meselesine karşıdan birilerinin cevap vermeye yeltenmesiydi ki cevap verecekler papaz bile olsalar önemli idi. Zira başımıza gelen felaketi biz kendi kendimize yıllarca tartışmış; göçmüş müydük, kaçmış mıydık, feodaller mi götürmüştü, hocalar mı kandırmıştı derken, bir dünya kıvırma ve gevelemeden sonra ancak sürgün diyebilmiştik. Sürgün ve soykırım meselesine karşıdan birilerinin de bir şeyler demeleri lazımdı. *** Sovyetlerin çöküşünden sonra 21 Mayıs yerel cumhuriyetlerimizde sürgünü anma ve yas günü olarak resmi tatil kabul edilmiş, Yeltsin de 1994’de yaptığı açıklamada olaya biraz değinmişti fakat arkası gelmedi. Bu olay rahmetlinin sarhoşken yaptığı gaflardan biri gibi algılanmış olacak ki, sonradan olaya bir daha değinen de çıkmadı. 21 Mayıslar da her yıl yapılan resmi törenlerle birkaç yıl anlamına uygun değerlendirildikten sonra, “yahu ağlayıp sızlanmanın alemi yok, Ruslar da bizimle savaşırken ne büyük çileler çektiler, unutup geleceğe bakmak lazım” şeklinde resmi açıklamaların yapıldığı, ya iptal etmek ya da bayrama dönüştürmek için bahanelerin arandığı günler olarak ele alınır oldu. Bu arada bize “gönüllü katılım dansları” yaptıran Ruslar, bu kadarını bile teyid etmiyordu. Ne yaptık, ne de yapmadık diyorlardı. Nihayet papazlar çıkmış, yanlarına bir takım bilim kurumlarını da alarak olaya açıklık getirmeye kalkmışlardı. Çerkeslerin başına gelen felaketin suçlusu kendileriydi. Hristiyanlıktan uzaklaşıp Müslümanlığı seçmişler, bu büyük günahın bedelini de aynen Yahudiler gibi vatanlarını kaybederek ödemişlerdi. Bu tatmin edici bilimsel açıklama kafama çok yatmıştı ama detayları maalesef öğrenemedik. Bu günahlardan nasıl kurtulup, nasıl iflah olacağımızın formulü de havada kaldı. Efendim bu günahlardan nasıl arınabilirdik? Bildiğim kadarıyla Ortodokslarda günah çıkarma yok. Bu işi Katoliklere yaptırsak kabul olur muydu? Yahut da Gölcük depremine benzer bir açıklama getiren Cübbeli Ahmet Efendi’ye “üfletsek” bir işe yarar mıydı? Adigey’de her tarafa dikilen Ortodoks haçlarında Çerkes sembolleri kullanılsa sevap olur muydu? Ayrıca Hristiyan olan ve bir yere de “göçmeyen” Mezdegu Adigelerinin, kültürel yok oluşun eşiğindeki diasporadan beter içler acısı durumlarının hangi günahlarından kaynaklandığını da merak etmekteydim. Başladıkları işi tamamlamayıp, bizi bunca cevapsız soruyla baş başa bıraktılar. Bence bu iş yarım kalmamalı. Kendileri çark etmiş bile olsalar, kurumlarımız bu işe el atmalı. Kaffed bu papazlara beş öneri sunmalı. Yalan tarih meselesine gelince sayın papazlar, bize sizinkilerin zorla söylettikleri 450. yıl, 200. Yıl, gönüllü katılım, gönüllü göç gibi kuyruklu yalanlar dışında sizin dahi bilmediğiniz yalanlarımız var. Bilindiği gibi vatanımızı kaybedip dünyaya dağıldıktan sonra da hastalık, savaş, kıtlık derken başımıza gelmedik bela kalmıyordu. Tam biraz sakinleşip yerimize oturduğumuz fakat kendimizi ifade etme sıkıntısını yaşadığımız bir ortamda bildiğimiz tek tarih, babalarımızdan duyduğumuz Rusların bizi kesip biçip yurdumuzdan sürdüğü idi. Lakin babalarımız “köylü ve cahildi.” Biz onların dediklerine itibar etmedik. Sonradan bizi hacıların, hocaların kandırdığını, feodallerin kölelerini kaybetmemek için götürdüğünü, Osmanlıya çok lazım olduğumuz için getirdiğini bilimsel temellere oturttuk. Katilimize olan aşkımızı zedeleyecek hiçbir şeyi söz konusu etmiyorduk. Stokholm sendromu yaşarken Stokholm’ü bile duymamıştık. Atalarımıza üç hacı hoca tarafından kandırılıp vatanını terk edecek kadar saf-salaklar, ya da köleciliği terk etmekte direnen zalimlermiş gibi iftiralar attık. Biraz zaman geçince bu açıklamalar yetmedi, bazı gençler bu durumun kıyım ve sürgün olduğunu anlayıp diretince, “gönüllü sürgün” gibi bir kavramı dünya literatürüne biz kazandırdık. Bu günlerde hala gönüllü sürgün diyen biriyle karşılaşırsanız bilin ki eski dönüşçüdür, sadece Stokholm’den geri dönememiştir garip. O da tutmayınca kökten temizlenenler sürgündür, biraz kurtulanlar gönüllüdür gibi ayırımlara gittik. Yalanın sonu yoktu. Gönüllü katılım, gönüllü göç, gönüllü sürgün, gönüllü yok oluş… her konuda ve her şey de gönüllüydük. Ne de olsa “gönülsüz it davara kurt getirir”di. Durum böyle sayın papazlar, bizim yalanlarımızı ve günahlarımızı papazlar federasyonu kursanız zor ayıklarsınız. Biz artık günahlarımızdan arınmaya karar verdik sayın papazlar. Yalanın sonu yok. Takke düştü kel göründü. Yaptığımız bunca zavallılık, bunca kendini inkar hiç işe yaramadı. Sovyet sisteminin dağıttığı sadakadan payımıza düşen statü ve kurumlar da tek tek geri giderken kala kala tarihimiz ve yas günümüz kaldı. Ona da göz diktiler. Her yıl, “yahu ağlamayalım- sızlamayalım geleceğe bakalım, 21 Mayısları umut günü yapalım.” biçiminde yutturulmaya çalışılan ahlaksız teklifler var. Yoooooook, artık yalan bitti. Atalarımızdan özür diliyoruz. Yasımızı tutacağız. Yasımızı ve tarihimizi; işgalcilere, papazlara, işbirlikçilere teslim etmeyeceğiz. Bu kadar sessiz ölmeyeceğiz. *** Şimdi sizin günahlarınıza gelelim sayın papazlar. Siz vatanımı işgal eden, halkımı katleden orduları kutsayıp gönderdiniz. Askerlere cennet vaad ettiniz. Amerika yerlileri katledilirken Avrupalı meslektaşlarınızın yaptığı gibi. 1864’ün 21 Mayısı’ydı, artık Çerkesya yoktu. Benim halkım katledilmiş, perişan, aç, çıplak ve çaresiz, umutsuz bir geleceğin gemisine binerken, Kabaada’da geçit töreni vardı. Siz oradaydınız. Halkımın kanı üzerinde, acısı ve felaketi üzerinde tepinen emperyalist sevincin aksesuarıydınız. Bizim günahlarımızı bırakın sayın papazlar, kendi günahlarınıza bakın. Kendi günahlarınıza bakın ki İsa taksiratınızı affetsin. 30 Nisan 2010, Nalchik |
Yorumlar |
20/11/2012 09:22 TESPİTLERİNİZE KATILMAMAK MÜMKÜN DEĞİL.ANCAK ŞART NE OLURSA OLSUN BİRLİKTE HAREKET ETMEK EN MANTIKLISI VE DOĞRUSUDUR. NO SOÇİ.......
ABREG KEMAL ERSÖZ 11/05/2012 10:54 İmdat,
gerçekler ancak bu kadar yalın ve net anlatılabilinir. Eline, yüreğine sağlık
Zafer Süren Ajiba Zafer Süren Soçi Olimpiyatları 10/05/2012 21:48 Tek kelimeyle mükemmel diyeceğim bu yazının ,okur yazar tüm Çerkesler tarafından okunması temennisiyle sayın yazarı kutluyorum. aydın candemir |
Yazarın diğer yazıları |
N’olacak Kaffed’in Hali… - 10/11/2016 |
Çıkarılacak ilk sonuç;; zorla el koyduğu DÇB’de, kendi memurları eliyle RF yörüngesinde tutabildiği, kendisine en yakın, geçinmesi en kolay Çerkes örgütü de Rusya ile iyi geçinmeyi becerememiştir. |
Bir Çetin Öner Geçti - 22/09/2016 |
Sen tatlı bir rüzgardın, özgür tayların yelelerinden estin, yoksulların sofralarından, mağdur halkların yanından estin. |
DÇB Gerçekleri -1 - 15/06/2016 |
Verdiğimiz bilgiler ve iddialarımız gayet açıktır. DÇB 2000 yılında devletleştirilmiş, Çerkes STK’sı olmaktan çıkarılmış ve RF’nin Çerkes dünyasını kontrol ve manipülasyonu ile görevli bir devlet kurumuna dönüştürülmüştür. |
İmdat Gibilerden Duayenlere - 4 - 19/05/2016 |
DÇB çevreleri ile çoğu arızalı ve sabıkalılardan oluşan bir avuç döküntüye toplum diyeceksen şayet, kimse yemez. Oralarda olmamam yüz değil tamamen ilke ve mide sorunudur. |
İmdat Gibilerden Duayenlere-3 - 04/05/2016 |
Anavatan, valizi alarak gidip kendinizi kurtaracağınız bir yer değil, kendi varlığı da tehlikeye sokulmuş bir yerdir. Bana da zor geliyor söylemesi fakat gerçek bu. |
İmdat Gibilerden Duayenlere – 2 - 21/04/2016 |
Dönüşçülük gerçekte çoktan bitmiştir-yoktur. Var olması da gerekli değildir. Artık Çerkeslerin anavatanına dönmelerine karşı çıkan bir grup veya düşünce de yoktur. Şayet varsa da kaale alınacak çapta bir şey değildir. |
İmdat Gibilerden Duayenlere - 13/04/2016 |
Uzunyayla’lı bir çiftçi; topraklarının büyük bir çoğunluğu birkaç oligarkın eline geçmiş, topraksız ve işsiz binlerce gencin yaşadığı devasa Çerkes köylerine nasıl yerleşir, ne yapar? |
Müfteriden Erik Bey’e Mektup/2 - 28/03/2016 |
Sevgili Erik, satırlarıma burada son verirken şeytanla arkadaşlığını kes derim. İyi bir başlangıç olur. Komiteye de fazla takılma. Açık hava, bol balık ve havuç tavsiye ediyorum. |
Müfteriden Erik Beye Mektup/1 - 17/03/2016 |
Mizah kullanmak biraz zeka ve malzeme gerektirir. Sizde hangisi yok bilemiyorum. Bende malzeme çok sayenizde. Çoğunu kullanamıyorum bile. Zayi oluyor. |
Devamı |