Baskın Oran
Leyla Zana yazısında kralın çıplak olduğunu söyledim: “’Atatürk milliyetçiliğine bağlı’ [diyor Anayasa Md. 2]: Nedir azizim Atatürk
milliyetçiliği, bilen var mı? Bundan daha içi boş ikinci bir kavram
duydunuz mu ömrünüzde?” Milliyet’te bir sınıf arkadaşım, sağ olsun, 12
Ekim tarihli köşesinde yer ayırdı. “Kitabını sattı” başlığıyla dedi ki,
son baskısını 1999’da yaptığı Atatürk Milliyetçiliği diye kitabı varken ve orada bu kavramı överken nasıl böyle söyler?
Söylerim, çünkü bu kitabı tam 30 yıl önce bitirdim. Özellikle son 15 yıl
içinde öğrendiklerim, orada yazdığım kimi şeylerin yanlış olduğunu
öğretti. Bu yüzden, 12 yıldır bastırmıyorum.
Kitabın öyküsü
35 yıl kadar önceydi, T. İş Bankası kültür bölümünden aradılar. Altı
Ok’u yayınlayacaklarını, Milliyetçilik’i bana yazdırmak istediklerini
söylediler. Fakat ilk bölümleri okuyunca, verdikleri telif avansını da
yakarak, basmaktan vazgeçtiler. Atatürk’ün, Hint Müslümanlarının Kurtuluş Savaşı için yolladıkları parayla kurarak büyük hissedarı olduğu bankanın, Atatürk
döneminde suiistimal anlamına gelen Aferizm’e (Banque d’Affaires) adını
verdiğini de yazmıştım. Bunun üzerine, biraz daha çalışarak doçentlik
tezi yaptım. Reddedildi. Allahtan, jüri raporlarından biri, yazarı
hayatta, o dönemde (1982) bir askeri savcının eline geçmemişti.
12 Eylül
biraz tavsayınca, 88’de bastırabildim. Önde gelen Kemalistlerden, Allah
gani gani rahmet eylesin, Ord. Prof. H. V. Velidedeoğlu’nun övgüsüne de
mazhar oldu: “Şimdiye değin Türkiye’de Atatürk üzerine objektiflik doğrultusunda yazılmış belki de ilk kitaptır bu.”
Bendeniz bu arada uyanmalara başlıyorum. Çünkü yeni doçentlik tezim Batı Trakya
Sorunu’nu 86’da yayınladıktan sonra öğreniyorum ki, bizde de Rumlara ve
bütün gayrimüslimlere ibadullah baskı yapılmış, yapılmakta. Baştan
yazacak zamanı bulana dek (terziler zor işi, yani eski ceketi bozup
yeniden dikmeyi sevmezler), çok talep olduğu halde baskıları 99’da
durdurdum. Sanırım 2012 sonunda, ona girişeceğim. Şimdi gelelim bu
kavramın boşluğu meselesine.
O dönemde uğrunda epey zulüm yapılmış olmasına rağmen (aşağıda geleceğim
buna) 1920 ve 30’larda boş falan değildi. Çünkü kitapta anlattığım üç
hedefin/işlevin üçü de gerekli ve anlamlıydı: 1) Bağımsızlık: İşgal
vardı, 2) Batılılaşma: Muasır medeniyet yarı-feodal imparatorluğu
uygarlaştırmak için şarttı, 3) Olumlu bir kimlik oluşturmak: Hem Batı
hem de Osmanlı tarafından aşağılanmış Türk’ü rehabilite etmek lazımdı.
Bugüne bakalım:
1) Kemalistler “tam bağımsızlık” istiyorlar. Olur tabii de, ama Enver Hoca’nın Arnavutluk’u
gibi olur. En Kemalist TSK’nın OYAK Holding’i niye Fransız arabası
üretiyor, niye sigorta şirketini Fransız AXA’ya, bankası OyakBank’ı
Hollandalı ING Bank’a satıyor?
2) Atatürk o gün mevcut olan Batı’yı aldı. Yani, faşist demeyeceksek, monist (çoğulcu düşmanı) B. Avrupa’yı. Şimdi “İslamcı” AKP kiliseleri restore ettirirken, Kemalistler plüralist (çoğulcu) AB’ye
“emperyalist” diye düşman. 1930’larda alınan Batı emperyalist değildi
herhalde? “Din elden gidiyor” diyen R. Ecevit’ten (Sabah, 03.01.2005)
Genelkurmay’ın seminerlerine kadar misyoner düşmanlığı bugün Kemalizm’in
şiarı.
3) Olumlu Kimlik: “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” dedi. “… Olana/Doğana”
dememesi o devir için büyük aşamaydı. Ama Temmuz 1923’te bile kullandığı
terimi kullanarak “… Türkiyeliyim Diyene” dese herkesi kucaklayacak,
gayrimüslimleri ve Kürtleri dışlamayacaktı. Fakat devir, 1930’lar
Avrupası devri idi.
Keşke boş olsaydı…
Bu durumda “Atatürk milliyetçiliği”nin içi bugün dolu mu boş mu, siz söyleyin. Bence, durum daha da vahim: Atatürk zamanında da boş olsaydı keşke. Çünkü Atatürk
milliyetçiliği adına fazlasıyla tatsız işler yapıldı, benim ancak son
15 yılda öğrendiğim. 1937-38 Dersim katliamları başta olmak üzere
Kürtlere yapılanları ve dindarlara baskıları bir kenara bıraksak ve
sadece avuç kadar kalmış gayrimüslimlere baksak yeter.
1924’te Rum avukatların yüzde 75’i, Ermenilerin yüzde 73’ü “mesleğe
devam edemez” ilan edildi. Aynı yıl Rum Patrikhanesi Konya’dan
getirtilen Karamanlı Rumlara işgal ettirildi. 1920 ve 30’larda “Vatandaş
Türkçe Konuş” diye sokakta konuşmaları haram edildi. 1925’te İstanbul il sınırları dışına çıkmaları izne bağlandı. 1927’de İmroz ve Bozcaada’daki Rum okullarında Rumca tedrisat yasaklandı. 1934’te Trakya’daki Yahudiler CHP
il örgütlerince düzenlenen saldırılar sonucu ev ve işyerlerini terk
edip kaçtılar. Şubat 1937’de azınlık okullarında “Türk asıllı ve TC
vatandaşı müdür başyardımcısı” uygulaması başladı. 1940’ların sonuna
kadar Avrupa’ya öğrenci olarak gitmek, özellikle de askeri okullara
girmek için şart, duruma göre “Türk olmak”, “Türk soyundan olmak”, “Türk
ırkından olmak” idi.
Atatürk milliyetçiliğinin bu uygulamaları Atatürk
öldükten sonra da devam etti. “Yerli Malı Kullan” kampanyaları
1950’lerde “Türk Olmayanlardan Alışveriş Etmeyin”e dönüştü. 1941’de Trakya ve İstanbul’daki
18-45 yaş arası gayrimüslimler Amele Taburları’na yollandı. 1942’deki
Varlık Vergisi’nin bu insanları iflas ettirmesini, 6-7 Eylül 1955’teki
pogrom tamamladı. 71’de Heybeliada Rum Ruhban Okulu kapatıldı. 93’te
Ermeni okullarında Ermenice yasaklandı. İsterseniz artık durayım çünkü
mezalim bitmediyse de yerim bitti. 1936 Beyannamesi uygulamasını ve
gerisini İstanbul Ansiklopedisi’nde yazdığım “Azınlıklar” maddesinden okuyunuz. Atatürk milliyetçiliği ırkçı mıydı bilemem ama, vicdanınız elveriyorsa, ırk ve din ayrımcısı değildi, deyiniz.
Kimler fikir değiştirmez?
Bir okuru, Milliyet’teki sınıf arkadaşıma mektup yollamış, bana da
gönderdi. Sınıf arkadaşım demiş ki: “Demek ki muhterem 54 yaşına kadar
uyanamadı.” Kendisi kadar hızlı uyanamadığım için çok özür dilerim,
vallahi uyanamadım. Okuru da cevap vermiş: “Fransızcada bir laf vardır,
sadece embesiller [gerizekalılar] fikir değiştirmezler.” Ne ilave edeyim
ki? Kemalistler M. Kemal’i rezil rüsva ettiler. Kemalizm’i öyle bir din
haline soktular ki kitabı Nutuk, kıblesi Ankara, kâbesi Anıtkabir, yatırı ilkokul Atatürk köşeleri, Kelime-i Şahadet’i andımız. Peygamberinin de hadis-i sahihleri ve gayri sahihleri var.
Diğer adı Ulusalcılık olan bu Atatürk
milliyetçiliğinin bugün iki işlevi kaldı: 1) Asker ve sivil
bürokratların ayrıcalıklarını, bazen de suçlarını savunmak, 2)
2000’lerin muasır medeniyetini almayı engellemek. Kimi sınıf
arkadaşlarım bunlarla övünüyor, bendeniz “döneklik”le övünüyorum. Mesele
bu kadar basittir.
Not: PKK bu saldırılarla, Kürtlerin haklarını savunmamızı çok güçleştiriyor. Mahsus mu yapıyor?
Radikal, 23/10/2011