• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam110
Toplam Ziyaret1062101
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.440034.5781
Euro35.959736.1038
Semerkew
Kürt sorununda paradigmayı değiştirmek

Mümtazer Türköne

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin sözleri, kritik bir evrede stratejik bir müdahale niteliğinde. Bizleri bu katmerli soruna farklı bir pencereden bakmaya davet ediyor.

Kürt sorununu çözmek için ezberlerimizden kurtulmamız ve yeni bir paradigma üzerine barışı inşa etmemiz lazım. Ezberlerimizin işe yaramadığını tecrübe ederek görmedik mi? Hocaefendi bizlere bir asır önceye ait, Bediüzzaman Said Nursî'nin sözlerini hatırlatıyor. İmparatorluk dağılır, ulus-devlete doğru yol alınırken önümüze konmuş sağlam bir paradigma bu. Sağlamlığını tarihte yaşanmış olanlara, toplumu bir arada tutan değerlere ve inançlara ve geleceğe dair feraset dolu öngörüye dayanmasından alıyor. Bediüzzaman bir asır önce Medresetü'z-Zehra adıyla Van'da bir üniversite kurulmasını öneriyor. Öneri, sembolik olarak ülkenin birliğini oluşturacak mimariyi barındırıyor. Bu üniversitede Arapçanın farz, Türkçenin vacip ve Kürtçenin caiz kabul edilerek hepsinin birlikte öğretilmesi, Bediüzzaman'ın önerisinin özünü oluşturuyor. Bu hatırlatmadan sonra Gülen Hocaefendi 'Neden okullarda Kürtçenin de öğretilmesine fırsat verilmedi?' diye soruyor.

Türkiye'nin Kürt sorununun temelinde Kürtçe sorunu var. Son bir asırlık tarihi Said Nursî'nin önerisinin tam aksi istikamette yaşadık. Cumhuriyet, devleti emniyet içinde yaşatacağını düşündüğü tek ulusu bütün imkânlarını kullanarak adeta 'yaratmaya' girişti. Kürtçe yasaklandı, Kürt kimliği inkâr edildi. Vardığımız yer ortada: Bu paradigma bütünüyle iflas etti. Devleti tek parça halinde yaşatacağı varsayılan bu politika, bugün devletin varlığına yönelik en ciddi tehlikeyi oluşturuyor. Yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var. O kadar yeni olmalı ki, feraset sahiplerinin bir asır önce telaffuz ettikleri kadar da tarihe mal olmuş bulunmalı.

Dün devleti, ülkeyi ve milleti tek parça halinde tutmak için herkesin Türk olması ve yine herkesin mutlaka Türkçe konuşması gerektiğine inananlar; bugün tövbe istiğfar edip inançlarından vazgeçmeli. Ancak herkesin kendi dilini, kimliğini özgürce konuştuğu ve ifade ettiği bir ülke vahdetini sürdürebilir.

Bir paradigmayı yıkıp, yerine yenisini yerleştirmek zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kendi dillerini istedikleri gibi öğrenmeli. Hatta devlet, eğer talep ediyorlarsa anadillerinde onlara eğitim hizmeti vermeli. Bu ülkenin harcı sağlam. Kürtlerin önüne, istedikleri takdirde Türkiye'den ayrılıp bağımsız ayrı bir devlet kurma tercihini koysak, sonuç ne olur? Türkiye'nin barışı, huzuru ve şevketi Kürtlerin bu tercihe sahip olarak Türkiye'nin vatandaşları olarak kalmalarıyla mı sağlanır; yoksa onların diline engel olarak, kimliklerine sınırlar getirerek mi? Tersine çevrilmiş bir paradigma bu. Kürtler özgür, eşit ve onurlu vatandaşlar olarak bu ülkede, 72 milyonluk koca bir ülkenin parçası olarak yaşama hakkına sahip olmalı. İstemiyorlarsa? Onları Türkiye'nin geri kalanına bağlayacak olan asıl şey, istemedikleri zaman çekip gitme hakları olacaktır. İşte o zaman devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü sarsılmaz bir hüviyet kazanır. Tek şart, kendimize güvenmek.

Hocaefendi'nin işaret ettiği gibi şefkatin, merhametin peşinden gidelim. Ölen kim olursa olsun, kan dökerek varılacak bir yer yok. Öyle bir merhamete ihtiyacımız var ki, bir PKK'lıyı öldüren güvenlik görevlisi, sonra onun cesedinin başında otursun ağlasın. Ölenlerin matemini hep birlikte tutalım. Onlar devlete asi oldular, bize kurşun sıktılar; ama etkisiz hale getirilince sadece bizim gibi bu ülkenin vatandaşları, üstelik insanlar. Yaraları sarmak, yeni başlangıçlar yapmak için bu merhamete, yapılan kötülükleri unutup vicdanlarımızda herkesi affetmeye ihtiyacımız var.

Bu ülkenin harcı gerçekten sağlam. Devlet, Bediüzzaman'ı dinlemedi; ama dinleyenler ve izinden gidenler bu ülkeyi devlete rağmen bir arada tuttular. Gönülleri onardılar, baskıdan bunalanlara ferah pencereler açtılar. Ölmekle, öldürmekle varılacak bir yer yok. İnsanı yaşatmadan devleti yaşatmak da mümkün değil. Gelin, beş para etmediği artık ispatlanmış şu paradigmayı hep birlikte tersine çevirelim.

________________________-

Zaman,28 Ekim 2011

  
2635 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi