AYŞE HÜR
Geçen günlerde Soma’da işverenin, hükümetin, sendikaların kolektif suçu saydığım bir facia yaşandı. Kaybımız, acımız çok büyük. Öfkemiz de çok büyük. Hepimizin başı sağ olsun. Bu hafta Soma ile ilintili bir yazı yazmak istemedim. Çünkü bu, hem konunun istismarı gibi görülebilirdi hem de duygusal açıdan sizleri yorabilirdi. Ama söz veriyorum önümüzdeki haftalarda mutlaka emek tarihinden konulara değineceğim.
Gerçi tarihte ‘duygusal açıdan’ yorucu olmayan bir konu bulmak da kolay değil. Nitekim bu yazım da hüzünlü bir geçmişe dair. Geçen yıl bu günlerde, ‘21 Mayıs 1864: Çerkeslerin kara günü’ başlıklı yazımda bu acı sürecin, Osmanlı dönemindeki tarihçesinin bir özetini yapmıştım. Yazımı şöyle bitirmiştim: “Önümüzdeki yıl ‘Çerkes Soykırımı’nın 150. Yılı’ dolayısıyla Rusya Federasyonu, iki yıl sonra da ‘Ermeni Soykırımı’nın 100. Yılı’ dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti epey sıkıntılı günler yaşayacak.”
Aradan bir yıl geçti. Türkiye çoğu kesimi tatmin etmese de 99 yıllık resmi tutumdan ayrılan bir açıklama yaptı ama Rusya Federasyonu’ndan olumlu bir ses çıkmadı. Türkiye’deki ve dünyadaki Çerkes toplumları, gerek Rusya’nın, gerekse uluslararası toplumun dikkatini bu olaya çekmek için önümüzdeki dönemde bir dizi etkinlik düzenleyecekler. Bunlardan biri de 24 Mayıs 19.00’da Kartal’daki Sürgün Anıtı’nda yapılacak anma töreni. Ben de bu haftaki yazımı Çerkeslere ayırdım. Geçen yılki yazım 1850’lerden Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadarki dönemi kapsıyordu. Bu yazıda bıraktığım yerden devam edeceğim.
İki Çerkes karşı karşıya
Aynen II. Abdülhamit ve İttihat ve Terakki dönemlerinde olduğu gibi Milli Mücadele yıllarında Çerkeslere gerek İstanbul gerekse Ankara, önemli görevler yükledi. Örneğin Sivas Kongresi’nden sonra, İstanbul Hükümeti, Kuvayı Milliye hareketini bastırmak için 7 bin kişilik bir Hilafet Ordusu (resmi adıyla Kuvayı İnzibatiye) kurmuştu. Ordunun başına getirilen Bigalı Ahmed Anzavur, bir Adige ailesindendi. Kız kardeşinin II. Abdülhamid’in sarayında cariye olmasından dolayı jandarma zabitliğine getirilmişti. Bu dönemde bazı yolsuzluk olaylarına karıştığı için gözden düşerek görevinden ayrılmak zorunda kalan Anzavur, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Biga’da at yetiştirmiş ve at yarışlarına katılarak geçimini sağlamıştı. Savaş sonunda İzmit Mutasarrıflığı ve Karesi Mutasarrıflığı görevinde bulunan Anzavur 1919 başlarında İstanbul Hükümeti tarafından affedilerek Bursa, Çanakkale ve Balıkesir Umum Jandarma Mıntıka Kumandanı Hamdi Bey’in yardımcılığına getirildi. 18 Nisan 1919’da Halife Ordusu’nun başına getirildi ve Kuvayı Milliyecilerin dine ve Halife’ye karşı olduğu propagandası ile Marmara ve Kuzey Ege Bölgesi’nden (ağırlıklı olarak Çerkeslerden) topladığı birlikler ile Ankara’ya korkulu anlar yaşattı.
Ankara’nın Anzavur Ahmed’i durdurmak için görevlendirdiği kişi de bir başka Çerkesti. Ethem ve ağabeyi Reşit Bey’i Millî Mücadele’ye davet eden kişinin Rauf (Orbay) Bey, Bekir Sami (Günsav), Kâzım (Özalp) ile Hacim Muhittin (Çarıklı) Bey olduğuna dair kaynaklar var. Sonuçta Ethem Bey, Ayvalık Mıntıka Komutanı Yarbay Ali Bey’in talebiyle mayıs sonlarında Ayvalık Cephesi’ne intikal etmişti. Ethem Bey burada bazı sorunlar yaşadığı için Salihli’ye geçti.
Ethem Bey, Gönen, Balıkesir, Kirmastı, Bandırma ve Bursa’da sözünü geçirdiği Çerkeslere çağrıda bulunarak Kuvayı Seyyare’ye katılmalarını istedi. Bazı Çerkesler daveti kabul edip Salihli’ye geldiler. Daha sonra bunlara bölgenin ‘efe’ denilen önemli çetecileri eklendi. Ardından Ethem Bey, bölgedeki hapishaneleri boşalttı ve mahkûmları da vurucu güç olarak yanına aldı. Bu güçlere ‘Kuvayı Seyyare’ (gezici güçler) adı verildi. Bunlar olurken ortada Ege’yi işgal eden Yunan kuvvetleriyle savaşacak düzenli ordu diye bir şey yoktu. Hal bu iken, Ethem’in ‘Kuvayı Seyyare’si, resmi tarihteki adlandırma ile Anzavur Ahmed isyanlarını, Bolu, Düzce Adapazarı isyanlarını ve Yozgat Çapanoğlu isyanlarını çok kanlı usullerle bastırdı.
Burada bir parantez açmak istiyorum. Ethem Bey, hatıratında adının başına ‘Çerkes’ eklenmesini, kendisine yapılmış en büyük haksızlıklardan biri olduğunu yazmıştı. Hakikaten de, Ethem Bey’in Çerkeslerin etnik duyarlılıklarından yararlandığını, birliklerini oluştururken Çerkesliğini öne çıkardığını, Çerkeslere yönelik siyasi bir projesinin olduğuna dair bir bilgi yok. Nitekim Ahmed Anzavur’un birlikleri Ethem Bey’in çeteleri tarafından yenilgiye uğratılırken Ethem Bey’in aşırı bir şiddet uygulaması, Çerkes toplumunda etkileri günümüze kadar süren bir bölünmeye yol açmıştır.
İsmet İnönü’nün 28 Nisan-6 Mayıs 1968 tarihleri arasında Ulus gazetesinde yayımlanan ‘Hatıralar’ında bir anekdot vardır. İsmet Bey, bir gün Reşit Bey’e şöyle demiştir: “Siz gittiğiniz yerde vuruyorsunuz, kırıyorsunuz, yağma ediyorsunuz, sonra da bu halkın içinden bu halkın çocuklarını alıyorsunuz ve bunlar sizin sadık adamlarınız oluyor. Nasıl yapabiliyorsunuz bunu?” Reşit Bey gülerek şu cevabı vermiştir: ‘Usulü vardır onun. Gidersin, işin gereğini yaparsın, düşmanı olanlara düşmanlarını vurdurtursun. Suça bulaşmış olurlar. Artık bunlar köylerine gidip de vatandaşları ile doğal ilişkiye giremez duruma gelirler. Bütün yaşamları boyunca kurtuluşları size bağlılıktadır.’ Reşit Bey ardından İsmet Bey’e “Bunları yapabilir misiniz?” diyecek, İsmet Bey de “Sizin yaptıklarınızın hiçbirini yapamayız” cevabını verecektir.
Ethem-Mustafa Kemal çatışması
Ancak Kuvayı Seyyare yıllarında öyle olaylar yaşanmıştı ki, Mustafa Kemal, o ana kadar son derece ‘kullanışlı’ bir figür olan Ethem Bey’in kendi yerine göz koyduğunu anlamıştı. Bundan sonra taraflar arasında yaşanan taktik ve strateji savaşının ayrıntılarını anlatmaya yerimiz yetmez ama 1921 Ocak’ında Ankara ile Ethem Bey kozlarını silahla paylaşacak hale gelmişlerdi.
Ethem Bey’in Kuvayı Seyyare’nin mevcudu 4.650 askerdi. Kendisini teslim almak için gönderilen Kuvayı Milliye tümenlerinin toplam mevcudu ise yaklaşık 15.311 asker idi. Ayrıca silah ve hayvan sayısı açısından da büyük dengesizlik vardı. Durumun aleyhine olduğunu anlayan Ethem Bey, muhtemelen Yunanlarla ilk olarak bu günlerde görüşmelere başladı. Önce 1. Kolordu Kumandanı General Nider’e başvurdu. Esasını Türklerin teşkil ettiği bir kuvvetin Mustafa Kemal’e karşı savaşmasının Yunanlar için ne kadar faydalı olacağını sezen Nider, Ethem Bey‘e mühimmat, haberleşme araçları ve ilaçların verilmesi için Küçük Asya Ordusu’nun idaresini üstlenen General Papulas’a ricada bulundu. Ethem Bey, önce emrindeki 159. Alay’ın askerlerine terhis tezkerelerini verdi, geriye kalan 2.326 adamına düzenli orduya
teslim olmak; dağa çıkmak ve Yunanlara sığınmak şeklinde üç seçenek sundu.
Askerî harekât sürerken Mustafa Kemal 8 Ocak 1921’de BMM’ye Ethem Bey Meselesi ile ilgili izahatta bulundu. Yapılan oylamayla Reşit Bey’in milletvekilliği düşürüldü. Aynı gün, (İsmet Bey’e soyadını kazandıran) I. İnönü Muharebesi’nin kazanılmasından sonra Ankara’nın elinin güçlendiğini gören Ethem Bey, 27 Ocak’ta, 64 adamı ile Yunanlara teslim olmak zorunda kaldı. Ethem hatıralarında “Ben, Yunanlılara sığınmadım onlardan, bir geçiş hakkı ve yolu istedim, nitekim İzmir’de sıkı bir kontrol altında hastalık günlerimi atlatıp yola çıkabilecek hale gelince vatanı terk ettim” diyecekti. 1919–1922 yılları arasında Anadolu’da Yunan işgal ordusunda görev alan ve ‘bütün olayları yüksek bir mevkiden ve bizzat yaşamak imkânı bulduğunu’ ifade eden Yarbay Kanellopulos’a göre Ethem Bey cephanesi bittiği, yaralı adamlarını tedavi araçlarına sahip olmadığı için Yunan ordusundan yardım istemeye mecbur olmuştu.
27 Ocak 1921’de Yunanlara teslim olduktan sonra İzmir’de hastaneye yatırılan Ethem Bey, oradan nisan ayının sonlarına doğru, 19 ay kalacağı Atina’ya, ardından da Almanya’ya götürüldü. (Ethem Bey, bütün heybetli görünüşüne rağmen çok ciddi sağlık sorunlarıyla savaşıyordu. Bedeninde savaşlardan kalma 17 kurşun yarası taşıyordu. Sık sık kanamalara varan ülseri vardı. Kırık kaburga kemiklerinin ciğerlerine batmasından dolayı kemik vereminden mustaripti.) Bu arada Ankara İstiklal Mahkemesi Ethem Bey ve kardeşlerini gıyaplarında yargıladı ve 9 Mayıs 1921’de verilen kararla vatana ihanet suçundan idama mahkûm etti. İstiklal Mahkemesi daha sonra THİF’ye ve Kuvayı Seyyare’ye katıldıkları gerekçesiyle mahkemeye sevk edilenleri yargıladı. Pek çok kişiye idam dahil ağır cezalar verildi. Suçu sabit olmayanlar sınır dışı edildi.
Konformistler-Non konformistler
Hayatının son yıllarını Ürdün’ün başkenti Amman’da hasta, yalnız ve yoksul biri olarak geçiren ve 1948’de öldüğünde Amman’daki Kabartay Mezarlığı’na gömülen Ethem Bey düşmana teslim olmasaydı bile muhtemelen tasfiye edilecekti. Çünkü çatışma her ne kadar Mustafa Kemal ile Ethem Bey arasında gibi görünüyorsa da aslında, eski düzende kendini daha güvenli hissedenlerle, değişimin kaçınılmazlığını görenler arasında geçmişti. Japon tarihçi Yamauchi Masayuki’nin ve Emrah Cilasun’un kullandığı bir kavram çiftiyle konuşursak, konformistler (asker-sivil yüksek bürokrasi, eşraf, burjuvazi vs.) ile non-konformistler (küçük rütbeli görevliler, köylüler, eşkıya takımı, sosyalistler vs) arasındaki çatışma olarak niteleyebiliriz.
1920 boyunca, Ethem Bey ve benzeri ‘astığı astık, kestiği kestik’ türden çetecilerin, Millî Mücadele’nin mali gücünü sağlayan servet sahibi yerel eşraf ve tüccarlardan zorla haraç alması gibi eylemleri, henüz yeni palazlanan ‘millî burjuvazi’yi korkutmuş olmalı. Ayrıca tam o dönemde, Fransız ve İtalyanların ısrarı ile 21 Şubat 1921 tarihinde Londra’da toplanması planlanan konferansta, (resmi adıyla) Sevr Barış Anlaşması’nın Türkiye lehine değiştirilmesini uman Ankara’nın, Batılı güçlerin güvenini sağlamak için, Çerkes Ethem’in ilişkide bulunduğu Yeşil Ordu başta olmak üzere tüm komünist hareketlerle arasına mesafe koymak istemesi de Ethem Bey’in sonunu getirmişe benziyor.
Milli Mücadele sonrasında Çerkeslerin tasfiyesi sürdü. 1923’te Lozan Barış Konferansı’nda gelecekleri tartışılan azınlıklar arasında Çerkesler de vardı. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon Çerkeslere de azınlık statüsünün tanınmasını istiyor, İsmet Paşa aynen Kürtler için söylediği gibi “Çerkesler bizim öz kardeşimiz” diyordu ama 150’likler Listesi ile devam etti.
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması, birçok alt anlaşma ve sözleşmenin yanı sıra, 1 Ağustos 1914 ile 20 Kasım 1922 arasında işlenen savaş ve ‘Ermeni Tehciri’ suçlarına karışanlara genel af, yasa ve protokoller de içeriyordu. Bu maddeleri, İttihatçı gelenekten gelen mesai arkadaşlarını cezadan korumak isteyen Mustafa Kemal eklettirmişti ancak, dava arkadaşlarını koruyayım derken, ‘davaya katılmamış/karşı çıkmış/ihanet etmiş’ kişilerin cezalandırılması konusunda rejimin elini de bağlamıştı. Bu paradoksu çözmek Lozan Delegasyonu üyesi Dr. Rıza Nur’a nasip oldu. Büyük tartışmalardan sonra, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne, Milli Mücadele sırasında İtilaf Devletleri’yle ya da İstanbul hükümetleriyle işbirliği yapmış 150 kişiyi af kapsamı dışında tutma hakkı tanındı. Ancak Türkiye bu kişileri herhangi bir şekilde cezalandıramayacak, sadece eğer halen yurtdışındaysalar bunların Türkiye’ye girmesini ya da halen Türkiye’de oturuyorlarsa, bunların Türkiye’de yaşamasını yasaklayabilecekti. Kimin ‘hain’, kimin ‘milli mücadeleye karşı’, kimin ‘suçlu’ olduğu kapalı kapılar ardında, kişisel kanaatlerle, şüphelerle ‘tespit edildi’. Öncelikle Mustafa Kemal ve ekibinin iktidar mücadelesinde saf dışı bırakmak istediği çok kişi tespit edildi. Sonra, iktidara yakın milletvekillerinin, yöneticilerin veya önemli şahısların şu veya bu nedenle karşı oldukları, istemedikleri adamlar listeye eklendi. Liste şiştikçe şişti, sayı binlere vardı. Ardından 600’e indirildi, nihayet Lozan’da anlaşılan 150 sayısına çekildi.
Bu listeye girenler on grupta toplandı. Altıncı grupta, ‘Çerkes’ Ethem Bey ve iki kardeşi (Reşit ve Tevfik Beyler) ile Ethem Bey’le hareket etmiş olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın başkanlarından Kuşçubaşı Eşref ve kardeşi Hacı Sami ile Ethem Bey’in dört adamı bulunuyordu. (Yeri gelmişken belirteyim, Ethem Bey’in bu kongreye katıldığı iddiası doğru değildir.)
Sürgünler
Devlet listeye koyamadığı Çerkes köylülerini ise ülke içinde sürgün etme kararı aldı. Mayıs 1923’ten itibaren Gönen ve Manyas’a bağlı bazı köylerde yaşayan Çerkesler köylerinden çıkarıldı, mallarına el kondu. Afyon’a, Konya’ya, Niğde’ye, Malatya’ya gönderildi. Sürgünler bir yıl sonra evlerine dönmüşlerdi ama evlerinde Bulgar göçmenleri oturuyordu.
Özetle, 1920-1923 arası da Çerkesler için tasfiye ve sürgün yıllarıydı. Milli Mücadele yıllarında Ankara güçlerine karşı isyan eden başka (Müslüman) gruplar da olduğu halde, sadece Çerkeslere bu kadar sert davranılmasının ardında muhtemelen savaşçı nitelikleri malum olan Çerkeslerden gerçekten ürkütülmesi vardı.
Bugün Çerkes toplumu, sadece simgesel olarak 21 Mayıs 1864 tarihiyle başlattığı sürgünün yaralarını sarmaya çalışıyor. 1920-1923 arasında yaşananları kolektif bilinçaltına itmiş görünüyor. Bu da çok doğal, çünkü bu ikinci dönem yaşananlar, ilkinin yanında 'devede kulak'. Fakat 'Çerkes Ethem' olayı, koca bir Çerkes toplumunu vatan hainliği gibi taşınması çok zor bir yükün altına sokmuş durumda. Bu dönemin hatıraları da Rus Çarlığı dönemindeki hatıralar gibi rahatsız edici bir hal alırsa ne olur kestiremiyorum. Önümüzdeki hafta, ‘duygusal açıdan yorucu olmayan’ bir konuda yazmaya söz vererek yazıyı bitireyim.
Özet Kaynakça: Emrah Cilasun, Bâki İlk Selam, Agora Kitap, 2009; Hakan Eken, "Ethem Bey Dosyası", Nart Dergisi, S. 47-54, ilgili sayfalar; Cemal Şener, Çerkes Ethem Olayı, Altın Kitaplar, 2007; Uluğ İğdemir, Biga Ayaklanması ve Anzavur Olayları, TTK Yayınları, 1989; Kazım Özalp, Milli Mücadele 1919-1922, TTK Yayınları, 1985; Rahmi Apak, İstiklal Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, TTK Yayınları, 1990; Kamil Erdeha, Yüzellilikler Yahut Milli Mücadelenin Muhasebesi, Tekin Yayınevi, 2001; İlhami Soysal, 150’likler Kimdir, Ne Yaptılar, Ne Oldular?, Gür Yayınları, 1988.
_____________
Radikal,18,05,2014