Anadilde eğitim Anadilde eğitim meselesi, açlık grevlerinin de itmesi ile, Türkiye'nin gündemine oturmuş bulunuyor; bu bölgesel-toplumsal talebin siyasi gündemimizden kolay kolay çıkmayacağını iyi görmek, anlamak zorundayız. Meselenin kanımca iki boyutu var; birinci boyutu pozitif hukuk boyutu, ikinci boyutu ise insani, pozitif hukuk çerçevesini çok aşan bir insan hakkı boyutu. Öncelikle meselenin pozitif hukuk boyutuna bir göz atalım: Kenan Evren Anayasası'nın 42. Maddesi şöyle diyor: "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.........Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır."; bu hüküm burada durduğu sürece anadilde eğitim kolay değil ama imkansız da değil zira maddenin sonunda "Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır" diye de bir hüküm var. Anadilde eğitime ilişkin elimizde "Avrupa Konseyi Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi" var; bu Sözleşme anadilde eğitimi bir temel hak olarak benimsiyor ama tahmin edebileceğiniz gibi Türkiye bu Sözleşme'ye taraf olmamış, onaylamamış. Bu sözleşme ayrıca Avrupa Birliği'nin üye ülkelere ve adaylara onaylanmasını zorunlu tuttuğu bir sözleşme, AB tam üyelik sürecimiz doğru dürüst işlese bu Sözleşme'yi de onaylamak durumunda kalabileceğiz, kimileri için iyi bir haber, başkaları için de AB'ye sırtımızı çevirmenin dört dörtlük bir gerekçesi. Ancak, şunu da hatırlatalım, bu Sözleşme'nin onaylanması da öyle siyah-beyaz gibi bir şey değil, bilebildiğim kadarıyla Yunanistan muhtemelen Batı Trakya müslümanları/türkleri, Fransa ise başka gerekçelerle bu Sözleşme'ye çekinceler koymuş AB üyesi ülkeler. Türkiye'ye daha 2001 senesinde sunulan Birinci Katılım Ortaklığı Belgesi'nde de orta vadeli siyasi öncelikler bölümünde şu hüküm yer alıyor: "Kültürel çeşitliliğin sağlanması ve kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların kültürel haklarının güvence altına alınması. Bu hakların kullanılmasını engelleyen her türlü yasal hüküm, eğitim alanındakiler de dahil olmak üzere, kaldırılmalıdır." Meselenin milletlerarası boyutu sadece Avrupa Konseyi Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi ya da AB süreci ile de sınırlı değildir; 2004 senesinde, Türkiye, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar İkiz Sözleşmelerini (1966 tarihli) bu Sözleşme'nin 27. Maddesine yani azınlıklara ilişkin maddesine çekince koyarak kabul etti. Çekince gerekçemiz ise "Lozan'da kabul ettiğimiz azınlıklar dışında başka azınlık tanımayız" idi. Meselenin pozitif hukuk boyutu kabaca böyle; hukukçu olmayan bendenizin bu konuda anlamakta zorlandığı iki nokta var, bunları sizlerle paylaşıp meselenin öbür boyutuna geçeceğim. Bazı haklardan Lozan'da azınlık olarak tanıdığımız yurttaşların yararlanıp azınlık statüsünde olmayan vatandaşların bu haklardan yararlanamaması benim sıradan mantığımı biraz zorluyor doğrusu, bu hakları azınlık vatandaşlarımızın elinden almayalım ama isteyen azınlık olmayan vatandaş da bu haklardan yararlanabilsin; ikinci nokta ise, şayet anadilde eğitim temel hakkından anadilleri kürtçe olan kürt vatandaşlarımızın da yararlanmasını siyaseten gerçekten isteme noktasına gelebilir isek, anayasada değişiklik bile yapmadan, daha zor olabilir, milletlerarası sözleşmelerden çekincelerimizi çekerek bu işi kolayca çözebiliriz, unutmayalım Anayasa'nın 42. Maddesinin son cümlesi bu işe cevaz veriyor. Gelelim meselenin insani boyutuna... Yazının devamı için tıklayınız Eser Karakaş - Star |
3170 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |