Çerkeslerin acısını da anlamak… ALİ GÜNDOĞDU Milliyet yazarı Hasan Cemal, önceki gün köşesinde “Çerkeslerin acısını da anlamak zorundayız” başlıklı bir yazı yazdı. Hasan Cemal ile benzer duyguları taşıyorum. O bir Çerkes… Ben Çerkes değilim, ailem Makedonyalıdır. Ama eşim Çerkes… Gabardey… İki çocuğum var. Bizim evde hem Çerkes müziği çalar, hem Rumeli müziği… Hem Kafkasya, hem Balkanlar, birlikte yaşanır evimizde. Annem çok güzel Rumeli börekleri yapar. Kayınvalidem çok güzel Çerkes hamur işleri. Hıçın, Haluj… Çok beğenirim. Birbirimizi özümsedik. 18 yıldır bu konuda hiçbir sorunumuz olmadı. Şimdi gelelim yine Hasan Cemal'e ve yazdığı yazıya. Okumanızı istiyorum: “1992 yılı başlarıydı. İstanbul'da bir Kafkas derneğinde konuşmuştum. Beni toplantıya, anlaşılan, anne tarafım Kafkas kökenli olduğu için davet etmişlerdi. Anneannem Gürcü'ydü. Dedem, Kuzey Kafkasya halklarından Çerkeslerin Gabardey kolundandı. İki şeyi anımsıyorum toplantıdan. Bir erkek çocuğu sormuştu: “Bebeğiniz olsa, onun kulağına önce Çerkes olduğunu mu, yoksa Türk olduğunu fısıldarsınız?” Şaşırmıştım. İlk defa böyle bir soruyla karşılaşıyordum. Benim kökler biraz fazla karışıktı. Baba tarafım Midilli ve Rumeli'ye, anne tarafım Kafkasya'ya gidiyordu. Ben de, kızım da Türk olarak yetiştirilmiş, büyütülmüştük. Ve kızım doğduğunda kulağına herhangi bir şey fısıldamamıştım. Salonun genel havasından bu yanıtın pek bir memnuniyete yol açmadığını fark edince şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Ben asimile Çerkesim!” Yirmi yıl önceki bu toplantıda beni şaşırtan ikinci konuya gelince... Konuşmam yeni bitmişti. Yaşlıca bir bey, elinde bir kitapla yanıma geldi, anlattı: Yıllar önce emek verdiği Çerkesçe-Türkçe sözlüğü İstanbul'da bastırmak ister. İzin vermezler. Kaç kere emniyete götürülür baskı yapılır, hatta gözaltına alınır ve sonunda vazgeçirilir. Ama o inat eder. Bu sefer Rusya'ya gidip sözlüğü Kiril alfabesiyle bastırır. Titrek elleriyle imzaladığı Çerkesçe-Türkçe sözlük kitaplığımda duruyor. Çerkesliğiyle ortalık yerde olmasa da her zaman gurur duymuş olan rahmetli dayıma bunu bir gün anlatınca şöyle demişti: “Kökler kaybolmaz oğlum.” Köklerin kaybolmadığına, kaybolamayacağına ve kaybolur gibi olsa bile, herkesin bir gün köklerini arayacağına hayatın içinde o kadar çok tanık oldum ki. Herkes kendi olmak istiyor. Dilini, kültürünü sahiplenmek istiyor. Bir başka deyişle: İlle de başka kalıba dökülmek istemiyor. Bu açıdan önem taşıyan bir toplantı yapıldı geçen hafta: Birinci Çerkes Çalıştayı. İzmit yakınlarındaki adı Derbent olan bir Abhaz köyünde iki gün boyunca toplanan Çerkesler bir de sonuç bildirisi yayınladılar. Taleplerinin bir bölümü şöyle: 1-Ana dillerinin ilköğretimden itibaren okullarda seçmeli ders olarak okutulması. 2-7 gün 24 saat yayın yapan Çerkes radyo ve televizyonu. 3-Kendi sanatlarını, edebiyatlarını, kültürlerini geliştirip üretebilecekleri kültür merkezleri. 4-Değiştirilen soyadları ve köy adlarının geri verilmesi. 5-Resmi tarih anlayışının aşağılayıcı, yanlış ve amaçlı yorumlarının tarih kitaplarından çıkartılması. N'olacak şimdi? Kürtlerden sonra Çerkesler... Yeni bölücüler mi? N'apacaz? Bülent Arınç'ların dediği gibi, “Zaten Çerkesçe medeniyet dili değil ki” deyip geçecek miyiz?.. Bakın, gerçek bölücülük insanların kendi dil ve kültürlerine sahip çıkması değildir. Gerçek bölücülük tam tersidir. Herkesi aynı kaba koymaya, aynı kalıba dökmeye çalışmaktır gerçek bölücülük. Asıl bölücülük Kürt olarak, Çerkes olarak kendi dilini ve kültürünü sahiplenmek değildir. Asıl bölücülük tersidir. İnkâr ve asimilasyondur. Bu topraklar bunca zaman acıya, trajediye doymamışsa bunun temel nedeni, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri bu ülkede farklılıkları reddeden ve hepimize “Hepiniz Türksünüz!” diyen milliyetçiliğin inkâr ve asimilasyon politikalarıdır. Bu bir çıkmaz yoldur. Yanlışa, acıya açılan yolları kısaltmaktan başka çaremiz yok.” |
3328 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |