Hasret
ORHAN MİROĞLU İki
hafta önce katıldığım “Demokratik Açılım Sürecinde Çerkesler” konulu
bir çalıştayı yazmak istiyordum, sonra araya yüzleşme yazıları girdi. O
yazılara devam edeceğim, daha yazmak istediklerim bitmedi ve bitmeyecek
gibi de görünüyor. Ama bugün beni fazlasıyla mutlu eden, Türkiye’nin geleceğine beslediğim iyimserliği arttıran Çerkes Çalıştayı’ndan söz etmek istiyorum. Çok şey dinledim çok şey öğrendim. Bir güne sığmayan, bir güne sığdırılmaması gereken birbirinden ilginç o kadar çok konu vardı ki, anlatmaya kalksam bu köşe bir tekine bile yetmez. Kısaca ifade etmem gerekirse, toplantı için seçilen o salonda, daha fazlasını bilmek ve öğrenmek arzusu içinde ve soluk soluğa kaldığımızı söyleyebilirim. Her şey sanki tarihsel bir hasret bir merak içinde başladı ve öyle de bitti. Çerkes Hakları İnisiyatifi’nin on beş gün önce Kocaeli- Derbent’te gerçekleştirdiği toplantının amacı kuşkusuz bu ülkede Çerkes adı verilen bir halkın kimliğine, kültürüne diline sahip çıktığını ve hak talep ettiğini göstermekti. Bir sonuç bildirisiyle kamuoyuna deklere de edildi zaten bu talepler. Hükümet dâhil, kimse bu Çerkes hakları de nereden çıktı dememeli artık. Nereden çıktı bu Çerkes hakları demek yerine, yüzyıldan fazla sürmüş bir suskunluğun Anadolu topraklarına sürgün gelmiş bir halka maliyeti ne oldu, açılım sürecine rağmen, neden hâlâ bir Çerkes Çalıştayı yapmadı bu hükümet diye sormak lazım. Sadece bu kadar da değil, Türkiye kendisini büyük bir kültürden neden mahrum etti, bu ülkeyi yönetenler, o kültürü, o kültürün dilini ve tarihini ve hepimize katabileceği zenginliği neden görmezlikten geldi diye sormak lazım. Meğer yitirilmiş haklarını talep edenler, talep etmek için zamana ve biraz da tarihe geç kalanlar birbirine ne çok benziyormuş. Birbirinden öğrenecek ne çok şeyi varmış. Çerkes dostlarımızın düzenlediği çalıştaya katılmak için, Zerdeşt ve Canan’ı alıp Sapanca istikametine Derbend’e doğru yola çıktığımda Çerkesler hakkında çok az şey biliyordum. Çerkesler hapishanesi olmayan bir halktı, bunu biliyordum. Sonra bir gün, yaşadıkları topraklardan kovulmuş ve “Halifenin topraklarına” ulaşmak için sürgünlüğün yolunu tutmuşlardı. Derler ki “Eve gelen misafirine üç gün boyunca neden geldiğini sormayan bir halktır Çerkesler”. Çünkü Çerkeslerin geleneğinde misafir keyif için, muhabbet için de gelebilir, mutlaka bir sorun olması gerekmez. “Layık olana layık olduğunu layık gör, haddi olmayanın sana layık olmadığını layık görmesine izin ve fırsat verme. Gücü yetmeyen için gücünün yettiğini (iyilik, yardım) yap, gücüm yetiyor diye haddi aşma.” Çerkeslerin yaşam felsefesi bu deyişlerle özetleniyor. Çerkes tarihi yüzyıllara sığmaz elbette, kadim bir tarihin içinden geliyor bu halk ve bu kadim tarih,Şeyh Şamil’in Ruslara karşı verdiği mücadeleyle de bilinir. . İmam Şamil’i Osmanlılara karşı ayaklanan Botan Miri Bedirxan Bey’e benzetirim. Düşmanları, uçsuz bucaksız iki imparatorluğu yöneten biri çar biri sultan yeryüzü hâkimi iki imparatordu. İmam Şamil Rus Çarına, Bedirxan Bey, Osmanlı Sultanına yenildi. Ama her iki isyan yenilgiye uğradıktan sonra dahi Çar ve Sultan, isyanın her iki liderine saygı gösterdiler. Çerkes Ethem unutulur mu peki? Bir hain gibi gösterildi, oysa ihanete uğrayan kendisiydi. Çerkesler tıpkı Kürtler gibi, bu ülkenin topraklarını işgalcilere karşı savundukları tarihte Türkçe bile bilmiyorlardı. Sonra gün geldi Türkçe öğrensinler diye, kendi dileri yasaklandı. Ben, “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarında hep Kürtçe konuşanlara kelime başına şu kadar kuruş ceza kesildiğini sanıyordum. Meğer Çerkeslere de aynı cezalar kesilmiş vaktiyle, aramızda bir fark yokmuş bizim. Meğer biz birbirimize ne kadar çok benziyormuşuz. Direnişlerimiz, onurumuza düşkünlüğümüz, şarkılarımız, danslarımız ne kadar çok benziyormuş birbirine. Sevgili Rojin boşuna değil tam da bu birbirimize benzeyen hallerimiz nedeniyle “Hepimiz Çerkesiz” deyiverdi birden! Rojin’i çalıştaya katılanların onuruna düzenlenen gecede ve sahnede görmeliydiniz, sesini duymalıydınız. Rojin Çerkesleri o gece kendine hayran bıraktı. Sevgili Gülcan Altan’ın Çekesce söylediği şarkılar hüzün ve hasret kokuyordu. Biri Çerkes bir Kürt iki kadının sesleri, şarkıları, nefesleri birbirine karıştı o gece. 1915 felaketinin üstünden üç yıl sonra yüzyıl geçmiş olacak. Rojin’in ve Gülcan’ın sahnede olduğu o saatte, aklıma Diyarbakır Valisi Dr. Reşit geldi. İmam Şamil ve Ethem gibi, Dr. Reşit de Çerkes’ti. Kürtleri Ermenilere karşı kullandı, kullanılan aşiretin iki lideri, benim anne tarafımdan akrabam olurdu. 1915 felaketinin bir yüzyılı tamamlamasına üç yıl kala bir Kürt kızı bir Çerkes kızıyla sahnedeydi, birlikte şarkı söylüyorlardı ve ben onları dinliyordum. Salondakiler Şeyh Şamil’in, Ethem’in ve Dr. Reşit’in torunlarıydılar. Kürt torunlar, Çerkes torunlar biraradaydık işte.. Tarihin hoş bir şakası gibi geldi bana her şey.. Kürt, Türk, Çerkes torunların artık birbirini merak ettikleri, birbirlerine karşılıklı hikâyeler anlattıkları ve beraber ağladıkları, beraber şarkılar söyledikleri günlerden geçiyorduk, tam 97 yıl sonra.. Kim ne derse desin, tarihi, Türkiye’de geçmişi yeniden keşfetmek için yola çıkanlar, birbirini tanımanın keyfini yaşayanlar ve buna dair bir merakı bir hasreti içinde duyanlar ve hissedenler yapıyor.
|
3173 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |