• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi17
Bugün Toplam286
Toplam Ziyaret1062277
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.440034.5781
Euro35.959736.1038
Semerkew
Balkar Selçuk
selcuk@ozgurcerkes.com
Mesele İki İslamcı Grubun Çatışması Değil ki?
26/12/2013

Bir kere bu olaylar iki İslamcı grubun kendi aralarında geçen bir dizi sürtüşmeden ibaret değildir. Konuya böyle yaklaşılamaz.

Taraflardan ikisi de islami donanıma sahip olabilir. Ancak burada ortada olan şey bu kadar basit değildir. Öncelikle AKP’nin, seçmenlerin oylarıyla demokratik seçimlerden çıkmış 11 yıllık bir hükümet olduğu ve devletin yürütme mekanizmalarının onlara bağlı olduğu hatırlanmalıdır.

Dolayısıyla mesele kardeş iki İslamcı grubun çatışması olarak ele alınıp “Müslümanlar kardeştir, barışın” denilerek geçiştirilemez.

 

  Beşinci Kol mu, Beşinci Mezhep mi?

Kimse kusura bakmasın ama Gülen hareketi bir cemaat değil, bir mezheptir. Ve bu mezhep kendi içtihatlarını hem ameli, hem itikadi her alanda ortaya koymuş ve ana kitleden kendisini ayrıştırmıştır.

Konunun bu kısmı tartışmaya açıktır ama ben Gülen hareketinin yeni nesil bir mezhep olduğunu düşünüyorum. Belki de kendilerinden olmayan diğer Müslüman kitleleri böcek gibi görmelerinin nedeni de budur. Ama konumuz açısından bu çok da önemli değildir. Geçelim…

Geldiğimiz şu noktada, Türk modernleşmesinin Osmanlı’dan bu yana yaşadığı temel kırılmaların hala ne kadar canlı olduğuna şahit olmaktayız.

Sosyologların Türk-Osmanlı modernleşmesi ile ilgili yaptıkları bir tespite burada yeniden dikkatinizi çekmek istiyorum. Çoğunlukla Japon Meiji döneminde başlatılan Japonya’nın modernleşme hareketiyle, Osmanlı-Türk modernleşme hareketlerini karşılaştıran sosyologlar şu tespiti yapmaktadırlar:

Japon modernleşmesinin, ortaçağlardan gelen feodal dinamikleri modernleşmenin merkezine çektiği ve feodal yapıyı dönüştürerek kendisini yarattığını; buna karşın Osmanlı-Türk modernleşmesinin feodal dinamikler dahil tüm iç dinamiklerini dışladığı ve yeni bir insan-ticaret-eğitim-bürokrasi sistemi yaratarak jakoben bir modernleşmeye doğru evrildiğini söyleyen sosyologlar, bunun bir doğal sonucu olarak bu modernleşmede, yığınların sürece dahil edilmeden edilgen bir şekilde dışarıda tutulduğunu iddia etmektedirler.

Daha açacak olursak, Osmanlı-Türk modernleşmesi Rumeli-Anadolu dikatomisi üzerine kurulmuştu ve Anadolu’nun bu ilişkide edilgen ve çevrede kalan taraf olduğu, özellikle Cumhuriyet modernleşmesinde Anadolu’nun ve tüm dinamiklerinin dışlandığı görülmektedir.

Ama paradoksal bir şekilde şu 11 yıllık AKP hükümeti döneminde Anadolu’nun dışlanan tüm dinamiklerinin(!) sisteme entegre edilmesine rağmen, daha bu ilk hamlede Cumhuriyetin başlangıcından beri dışlandığı varsayılan dinamiklerden birisinin bu dönüşümü devletin her aşamasında kadrolaşarak, gerektiğinde hükümete bile operasyon yapmak için kullanması ironiktir.

 

AKP En Büyük Açılım ve Demokratikleşme Hamlesini Gülen Grubuna Yapmış, Karşılığında da İhanete Uğramıştır.

 

Herkes tarafından net bir şekilde görülmüş olmayabilir ancak AKP hükümeti Acılım ve Demokratikleşme Sürecini başlatmadan önce Gülen grubunun açılım ve demokratikleşme süreci bitmişti bile.

Çoktan Bakanlıklarda, TRT’de, Mecliste ve memurin kadrolarında ve güvenlik bürokrasisinde yerlerini almış, kapılar her anlamda onlara açılmıştı bile. Dolayısıyla, bizim gibi Türkiye’nin ikinci sınıf halkları olan Kürtler, Aleviler ve diğer dini ve etnik azınlıklara bir avuç özgürlük ve demokrasi verilmesi için alay-ı vâlâ ile çalıştaylar, açılım süreçleri ve Akil Adamlar süreci başlatıldığında aslında Gülen Mezhebi için devlet tüm istenen her şeyi optimum derecede karşılamıştı bile. Gülen Mezhebiyle hiç sürtüşmeden ve pazarlık yapmadan eldeki tüm imkanları seferber eden hükümet diğerleriyle çatır çatır pazarlık yapmıştı (bkz Kürt ve Alevi açılım süreçleri).

Ne acıdır ki AKP hükümeti şeksiz şüphesiz tüm imkânlarını Gülen Mezhebine açarken, Kürtlerle ve Alevilerle pazarlık yaparken, Romanlarla dans ederken, Başbakan Çerkes halkını bu sürecin inatla ve ısrarla dışında tutmuş ve Çerkeslerin 12 Mart Ankara mitingine bile sert bir şekilde tepki göstermiş ve bizi PKK-KCK çizgisinde hareket ediyormuşçasına “Şimdi de Çerkesler başladı !” diyebilmişti.

 

Gülen Mezhebinde İnsanlar İkiye Ayrılırlar

Mezhepten olanlar -ki onlara ehl-i hizmet- ve diğerleri -yani ehl-i dünyalar-.

Şimdi eğer insanlar, kim olurlarsa olsunlar, kendi çıkarlarına hizmet etmiyorlarsa Gülen Mezhebi için o insanın hiçbir önemi yoktur. İsterse bir Başbakan olsun, ister bir hükümet, çıkarlarını elde etmelerine engel ise onun ayağını kaydırmak için her türlü kirli işbirliğine girerler ve bundan çekinmezler.

Cumhuriyetten buyana devletten dışlanan bu dinamiklerin şimdi devletin başlattığı ve yürüttüğü bu demokratikleşme sürecinde hiç zorlanmadan bu çevresel dinamikleri içselleştirmesine rağmen örneğin Gülen hareketinin her zaman bir gizli ajandayla hareket etmesi ilginçtir.

Yürütmenin başındakilere karşı poliste ve yargıda istediği her operasyonu örgütleyebilecek kadar güçlü olan bu yapının, MİT’e dışarıdan ve açıkça saldırması ve üzerinde operasyon yapması ilginçtir.

 

Bu Yaşananlar Devletin Varlığı İçin Açık Bir Tehdittir ve Kabul Edilemez:

Farkındayım bazıları ilk günden operasyonları Büyük Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu diye satmaya çalışıyor. Buna karşın bu hamleyi uluslararası bağlantıları olan ve taşeronluğunu içinde Gülen Mezhebinden kişilerinde bulunduğu bir grubun (Doğan-Koç) üstlendiği bir “Erdoğansız AKP” operasyonu olarak okuyanlar da var.

Bu bir dikatomi olarak dursun. Ancak Gülen grubunun aynı anda hem poliste, hem de yargıdaki kılcallardan verdiği tepkiler dikkat çekicidir. Ve bu durum sürdürülemez bir şeydir. Erdoğan hükümeti, tüm demokratik hamlelerine rağmen bu ajandalı Gülencilerin, Erdoğan’ı sırtından bıçaklamasına engel olamamıştır. Gülen hareketi kendisine güveniyor ve elindeki tüm kartlarla hükümete saldırıyor. Bu durum yalnız Türk devleti ve AKP hükümeti için değil, elinde yürütmeyi bulunduran hiç bir hükümet ve o hükümetin devleti için kabul edilebilir değildir.

Şimdi meseleyi iki İslamcı grup arasındaki iktidar kavgasıymış gibi sunmanın alemi yok. Taraflardan birisi seçilmiş bir iktidardır; diğer taraf ise seçilmiş değildir. Bu ayrım çok önemlidir. Öyle ya da böyle bu Türk siyasal tarihine bir “Operasyon” girişimi olarak geçecektir. Ve geçmelidir de.

Fettullah Gülen’in ve onun mezhebindeki kişilerin özeleştiri yapmaları ya da tevbe istiğfar getirmeleri onları bağlar. Bu bir Sıffin savaşı değildir. Ama bu ihanetin içinde olan tüm kadrolar yargılanmalıdır. Üstelik devlet içinde güvenlik bürokrasisinde örgütlenen bu hareket mutlaka tasfiye edilmelidir. Mavi Marmara – İsrail gerginliğinde bile İsrail Devleti’nin resmen özür dilemiş olmasına rağmen hala ve inatla Gülen ve Mezhebinin kalemşörlerinin Türk devletini bu konuda itham etmiş olmalarını anlamak mümkün değildir.

Üstelik güvenlik bürokrasisindeki kadroların sadece ve sadece Gülen’e bağlı olduğu ve ondan izin almadan hiçbir operasyon yapmayacakları gerçeği ortada iken, olası bir savaş durumunda güvenlik bürokrasisindeki ya da askeriyedeki Gülen üyeleri kime tabi olacaklardır? Bu soru orta yerde durmaktadır. Bu kadrolar bağlı oldukları amirlere ve yürütmeye mi tabi olacaklar; yoksa savaş ortamında bağlılıkları Fethullah Gülene mi ait olacak.

Daha kötüsü ise bu kadroların üçüncü bir ülke tarafından yönlendirilmiş olma ihtimalidir. Gülen hareketi yazılı kültürden beslenen bir harekettir demiştik. Aynı şekilde her yıl cemaatin faaliyetlerinin Fetullah Gülen’e rapor edildiği ve insan kaynaklarının arşivlendiği biliniyor. Bugün Gülen’in memurin kadroları kadar, güvenlik bürokrasisindeki kadroların arşivleri de PENSİLVANYA’dadır.

Önümüzdeki günlerde bu kalkışmanın boyutları daha da netleşecek.

Ve biz bir kez daha bu topraklardan çıkmış bir söz olan “Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe” sözünün ne kadar hayati bir söz olduğunu bir kez daha yaşayarak görmüş olacağız.

Bu aşamadan sonra Gülen Mezhebiyle Türk Devleti arasında bir barış ya da Müslüman uyuşması söz konusu olamaz.

Elindeki tüm imkanlarla şu anda hükümete saldıran Gülen mezhebinin Türk dış politikasındaki İran ve İsrail politikalarına temelden itiraz etmesi anlaşılır bir şey değildir. Türk devleti, politikalarını bu gruba onaylatmak zorunda değildir.



2820 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Нарт Лъэпщ и Нэгъуджэр Лъэпщ и Тепщэгъуэмрэ и Гъуэгуанэмрэ - II - 17/12/2016
уэ 1уэхур нахри гъэщ1эгъуэн зыщ1ыр Азтэкхэми Маяхэми ямейуэ, гъэ мин аджэ ипэ ящ1ауэ, ауэ зыщ1ари дымыщ1э мывэ гуэрхэм ящ1ы1уми Кецалкоатл и сурэтыр къагъуэтахэщ, ахэми нэгъуджэ 1улъу ик1ий жьак1э тету. Нэгъуджэр уеблэмэ оптикым и щ1эныгъэр пасэ лъэх
Нарт Лъэпщ и Тепщэгъуэмрэ и Гъуэгуанэмрэ - I - 01/12/2016
Гъэщ1эгъуэнращи нобэ къасыху Кассит-Урарту-Хьаттихэм я Тещупк1э зэджэ тхьэпэлъытэр ди Нарт Сосрыкъуэу щытам зыми гу лъитакъым. Касситхэм Тещуп псалъэм крагъэк1ир Жьыбгъэ Кьезгъэпщэ жи1у аращ.
УСЭНШЭУ ДЫКЪАНЭМЭ! - 09/10/2016
Ди хэку дахэр, си уорейда ПщIэ имыIэу дгъэкIуэдай, ДызгъэкIуэдам, си уорейда КIуэдыкIейри къыхукIуэ.
Bugün Ben Mutlu Bir İnsanım! - 02/06/2015
Keşke Çerkes halkının yoğun olarak yaşadığı diğer illerden de adaylarımız olabilseydi. Ama o da olacak yakında. Buna eminim. Bu adı geçen illerde adaylarımızın Çerkes halkı tarafından benimsendiğini görmek beni herşeyden çok mutlu ediyor.
Heredot Cevdet, Recep Tayip Erdoğan ve Ahmet Duvutoğlu! - 22/05/2015
Cumhurbaşkanımız Putin'in Ermeni Soykırımını resmen tanıyor olmasına, “Putin'e darıldım!” diyerek karşılık vermişti. Demek ki cidden çok darılmış olacak ki daha kendisine gelememiş.
Gerekeni Gerektiği Zaman Yapmak; Ya da Labedeslerin Kaderi! - 12/05/2015
2015 Genel seçimlerine 25 gün falan kaldı. Bahaneler ve gerçekler arasındaki birçok Çerkes bu seçimde ÇDP’nin bağımsız Çerkes adaylarını mı destekleyecek; yoksa en rasyonal bahanenin arkasına mı saklanacak.
Uzunyayla'nın Son Klasik Kuşağı Hareketleniyor - 01/05/2015
Kendi kişisel kurtuluşunu elde etmekle yetinmeyen, halkına geri dönen bir kuşak bu kuşak. Köy köy gezen, kendi insanına şehirlerde kasabalarda ve ilçelerde ulaşmaya çalışan bu insanlar birlikte başarabilmenin imkanlarını arıyorlar.
Kronik bir Aydın Hastalığı Olarak : Sözlük ve Alfabe -I- - 26/04/2015
Sözlük ve alfabe hazırlamak ve bunun üzerinden kendini gerçekleştirmek Tanzimat döneminden kalma bir aydın saplantısıdır
Boyunun Ölçüsünü Vermekten Korkmak! - 20/04/2015
Orta yere çıkmak, boyunun ölçüsünü vermek ve alınan ölçüyü de bilmek zorunda olduğumuz bir yerdeyiz artık. Yani artık eskisi gibi iktidar ya da muhalefet partisinde es kazara bir iki Çerkes milletvekili var diye bu işten sıyrılmak mümkün değil.
 Devamı
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi