• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi13
Bugün Toplam346
Toplam Ziyaret1062337
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.440034.5781
Euro35.959736.1038
Semerkew
Balkar Selçuk
selcuk@ozgurcerkes.com
Barut, Ateş ve Mikrop - I
02/12/2013

Erol Karayel’in “Kabile, Kent, Devlet” adlı makalesinde sorduğu soru aslında ucu açık bir soru ve “-Buyurun medeniyetler tartışmasına!” dedirtecek kadar hakikatli bir analizi hak etmektedir.

Önce Erol Bey’in sorusunu tekrar soralım, Erol Bey kısaca tarihin en eski çağlarından beri var olmalarına rağmen Çerkeslerin neden şöyle yazısı, edebiyatı, yazılı anıtları ve beş başı mamur bir devletleri olmadığının cevaplarını arıyor.

Bu konuda Erol Bey İbn-i Haldun’un o meşhur Mukaddime’sine göndermelerde yapmış ve bir medeniyet ürünü olan devletin neden zaten medeni insanlar olan Kafkasyalılarca-Çerkeslerce kurulmadığını tartışmış.

Aslında ben de bu konuda çok zamandır birkaç şey yazmak istiyor idim. Ancak yazıya giriş cümlesini bulmayınca yazı yazılamıyor. Bana da o giriş cümlesini Erol Bey verdi sağ olsun.

 

Belki de Kafkasya Bir Medeniyet Değil, Anti Medeniyet Havzasıdır!

Bilindiği gibi medeniyet kelimesi “mdn” kökünden gelmektedir ve şehir anlamına gelen bu “mdn” kökünden türetilmiştir.

Kafkasya’nın en erken zamanlarda yüzlerce şehri, büyük meydanları, geniş çarşıları olan insanların gelip okumak için uzak diyarlardan akın etiği eski eğitim merkezlerini barındırdığını ve esaslı bir medeniyet olduğunu ilk kez Reginald Aubrey Fesseden[1] 1900’lü yıllarda yazmıştı. Ve ünlü Gılgamış’ın bugünkü Khabardey topraklarındaki URUH ırmağı civarındaki tapınaklarda eğitim gördüğünü ve Gılgamış’ın asıl şehri olan Sümer Kenti URUK’un adını Çerkesya’daki bu şehirden aldığını Fesseden bundan tam 100 yıl önce yazmıştı.

Ne var ki işi o kadar eskilerden başlatırsak günümüze gelmek zaman alacağından meraklılarını Fesseden ile baş başa bırakıp daha bilinen zamanlara dönelim.

Ama tabii ki o kadar da yakına gelmeyelim. Bana göre Çerkesya’nın ve Kafkasya’nın bir tarihi yazılacak ise bu tarih Troia Savaşı’ından başlatılmalıdır. Ve aslında ancak bu şekilde Kafkas Ada Medeniyeti’nin bir tarihini çıkartmak mümkün olabilecektir.

Bundan sonra yazacaklarım eğer Met Çünatıko Yusuf İzzet ve Aytek Namitok’u okumamış iseniz ilginizi çekmeyebilir. İsterseniz önce o kaynakları okuyun.

Esasen Kafkasya bir medeniyet havzası olması bakımından kendi insan türünü yaratmış ve bunu yakın havzaların hepsine göndermiştir. Yalnız bireysel Memlük göçleri değil, birçok Kafkasyalı halk da Çerkesya ve Kafkasya’dan Yakındoğu ve Ortadoğu’ya inmiş ve büyük devletler ve medeniyetler kurmuşlardır. Nitekim Çerkeslerin ataları olan Meot konfederal halklarının bir parçası olan Har-Mat’lar yani Hurri- ve Mittaniler ve onların devamı olan Urartular Anadolu ve Ortadoğuda ve Doğu Akdeniz’de hakim olmuş ve biri Bronz çağını (Hurri-Mittaniler) diğeri ise Demir Çağını (Urartular) Anadolu’ya getirmiş halklardır.

Yine Babil’e Sümerlerden sonra hakim olan Kas’lar da Kafkasyalıdır ve Çerkesya ile akraba halklardır. Öte yandan Orta Anadolu’ya daha doğrusu Türkiye’ye adını ilk veren halk olan Hattiler (Hititler değil) Kafkasyalı bir halktır. Batı Anadolu ve Ege’ye ilk yerleşen ve Akha’lar ve Dor’lardan öncesine ait güçlü bir medeniyet kuran Pelasglar ve Kaoukon’larda Batı Kafkasyalı bir halktır.

Yine Çerkeslerin en eski ve en yakın akrabaları olan Traklar da Balkanlar ve Trakya’nın en eski halkıdırlar. SİNT-MEOT VE BİSALTAİ kabileleri Çerkeslerin ataları iken aynı zamanda birer Trak (Therakes)[2] kabilesidirler.

Söz konusu bu halkların tarihlerini adını andığımız yazarların kitaplarından okumak mümkündür. Ne var ki bu halkların hemen hepsinin özellikle de Çerkeslerin ataları olan Trak-Therakeslerin genel özellikleri üzerinde durmakta fayda vardır.

Önce bir ayrıntıyı yazıp sonra devam edelim: Sanıldığının aksine Çerkesler Abazalar ve Ubıhlar bir birine çok yakın akraba halklar değillerdir. Daha doğrusu bu akrabalık sandığımızdan daha eskidir ancak asıl akrabalık Çerkesler, Abazalar ve Ubıhlar arasında değil, Therakesler, Pelasglar ve Akhalar arasındadır. Yani Çerkesler Traklar-Therakesler ile Abazalara-Pelasglar[3] ile Ubıhlar ise Akhalar[4] ile soydaştır ve asıl akrabalık ve komşuluk bu eski halklardan beri vardır ve bu halklardan kaynaklanmaktadır.

Ancak Çerkes ve Therakes özelinde var olan birçok özellik genetik olarak aktarıla gelmiştir. Ve bu özellikler bir anti medeniyete işaret etmektedir.

Çerkes ve Trak-Therakes İnsanının Genel Özellikleri

Bir süredir Çerkeslerin toplumsal ve dinsel ve belki de genetik olarak devlet kuramayacak donanımda olduklarını ve bunun da bir tarihsel hata ya da sapma değil olağan bir şey olduğunu düşünüyorum. Öyle anlaşılıyor ki eski Çerkesler ve Traklar da benim gibi düşünüyor olmalılar ki bir türlü bir araya gelip devlet kuramamışlar.

Heredot Therakes’ler ile ilgili olarak şunları yazmıştır: Dünyada Hintlilerden sonra en kalabalık halk olan Therakesler asla bir araya gelip devlet kurmamışlardır. Eğer birgün bu halk bir araya gelip devlet kurarsa, yeryüzünde onları yenebilecek kimse yoktur.

Aynı tespiti Mesudi adlı Arap tarihçi Çerkesler için yapmıştır: “Çerkesler Alanlar’dan daha kalabalıklar ancak bir araya gelip tek bir kişinin emri altına girmiyorlar. Bir araya gelirlerse onları kimse, Alanlar bile yenemez.” demektedir.

Strabon aynı tespitleri Çerkesya’nın Sind ve Meotları için yapmaktadır.

Ancak, bugüne kadar Çerkes ve Trak toplumlarının yetiştirdiği insan türünü en güzel tanımlayan kişi hiç şüphesiz Aytek Namitok olmuştur: “Bütün bu koşutluklardan Thrakların yücelik, gurur ve övüngenlik karışımı karakterlerin Çerkeslerinki ile aynı olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır; üne düşkünlük, yankılar uyandıran, kimi zaman dokunaklı kahramanlıklar ve günlük ve alışılmış küçük işlerdeki beceriksizlik; içlerindeki yönetme eğilimine yaramıyorsa maddi şeylere karşı horgörü; uzak seferlere ve göçlere gereksinim duyuran düşçü ve serüvenci bir karakter ve bunun sonucu olarak da halkın üç kıtada yayılması; disiplin eksikliği ve birleşmiş sağlam bir devlet yaratma yeteneksizliği; yönetme ve siyaset yeteneklerinin yabancı bir ülkede kendini göstermesi, bundan ileri gelen Thrak, İllyria ve Çerkes kökenli krallık hanedanları; kendi eskiliğinin ve çok eski bir kültürel geçmişinin bilincinde oluş, işte bunlar eski Thrak ve Çerkeslerin belirgin özellikleridir.”[5]

 

Kafkasya’yı bir Anti Medeniyet Havzası Yapan İki Etmen

Çerkes halkının sahip olduğu özellikler aslında Kafkasya’nın, dış dünyada var olan ve kesintisiz bir şekilde, fetihler ve işgallerle yayılan iki önemli etmene, yani Devlet’e ve Din’e ve her devlete ve her dine karşı bir direnç gösterdiğini söylemek mümkündür.

Belki bu nedenledir ki İslamlaştıktan sonra bile bölgeyi ziyaret eden birçok seyyah Çerkesler için: “Ne Müslümanlar, ne de Hristiyanlar ama Elhamdulillah Müslümanız derler, semiz domuzları da yerler” demiştir.

Esasen Çerkesya’nın devlet ve dinle olan ilişkisi her ikisinin de içini tamamen boşaltan ve anlamsızlaştıran bir ilişkidir ve Çerkesya inatla ve ısrarla devleti ve dini ayakta tutan tüm sosyal etmenlere karşı kendisini korumuştur.

Dinsel anlamda sürekli ahireti ve ölümden sonraki hayatı refere eden İbrahimi dinleri çok da cazip bulmadıkları ve insanları sürekli cehennemle tehdit eden kahhar ve kadir-i mutlak bir tanrı algısını çok da korkutucu ve anlamlı bulmadıkları, buna karşın dinsel anlamda disipline edilmiş İbrahimi dinleri bir çırpıda anlamasalar da, tanrıyla kul ve yaratıcı ilişkisinden ziyade, dost ilişkisi kuran ölüm ötesi hayatın değil, dünya hayatının tanrıyla anlamlı olduğunu varsayan ve eski druid geleneklerinden gelen sonu gelmez ritüeller ve dualarla Çerkesya aslında yeryüzünde Tanrıya en çok dua edilen bölgeydi ve bugün bile Çerkes kültüründeki dua kültürü aynı anda İbrahimi dinlerin üçüyle de yarışacak kadar zengin ve güçlüydü. Tanrıya bu kadar yakın ve ona bu kadar çok dua edilen bir coğrafyada duanın sadece din adamları tarafından dikte edildiği İbrahimi geleneğin vereceği fazlada bir şey yoktu. Ahiret inancının yerini tutan güçlü atalar kültü ve öldüğünde atalarının huzuruna onuru ve yüz akıyla çıkma arzusu zaten Çerkesya’daki en güçlü motivasyonlardan birisiydi.

İslam’ı anlatmak için Çerkesya’ya gelen Tatar imamlarını sürekli Osmanlıya şikayet eden ve onları sahtekarlıkla suçlayan Çerkesler, İslam’ın bu Tatar imamlarınca anlatıldığı gibi olamayacağını daha en baştan fark etmişlerdi.

Dolayısıyla Tanrının insanlardan kopup din adamlarının elinde oyuncak olmadığı bir coğrafyada hiç bir din insanları arkasından sürükleyecek bir dinamik olmayacaktı ve zaten olmadı da. Ne var ki Müslüman olduktan sonra da Çerkesler  bütün Arapça duaları eski pagan dua makamlarıyla yeniden seslendirmiş ve sadece Çerkesya’da yaşayan bir müzikalite yaratmışlardı.

Tanrı ile arasına dini ve din adamını sokmayan Çerkesya, devlete karşı da direnecekti ve bir grup insanın diğer tüm insanlar üstünde bir hakimiyet sağlamasına karşı çıkacaktı ve çıktı da. Bunun en tipik örneği bir rivayete göre Mısır’dan Çerkes Memlük devletinden geri dönen, bir rivayete göre Abhazya’dan Çerkesya’ya gelen kralların kralı lakaplı Yinal’e karşı gösterdiği dirençtir. Tüm yetkinliğine rağmen meşhur Yinal bile (ki bazı rivayetlere göre Cengiz Han’ın soyundan gelmekteydi) Çerkesyayı tek bir adamın emri altında toplamayı ve bir devlet kurmayı başaramamıştı.

Ne var ki Çerkesya için bu erken devletleşme denemesi başarısız olsa da zaman hükmünü icra etmeye ve Çerkesya’yı yavaş yavaş bir İbrahimi dinin nüfuz alanına sokmakta ve giderek bir devleti oluşturacak olan toplumsal katmanları yaratmaya başlamaktaydı.

***

Çerkesya iki havzadan ibarettir: Kuban ve Terek Havzaları.

Çerkesya bu iki havzadan oluşmaktadır ve Kuban havzası antikiteden beri örneğin Kimmer Bosfor döneminden beri Kırım’ın etki alanındadır ve Kırımla birlikte bazen isteyerek, bazen de istemeyerek hareket eder.[6]

Kırım’ın etki ve nüfuz alanından uzak olan Terek havzasında yaşayan Khabardey Çerkesleri zamanla bir savunma ordusu kurarak Kırım’ın ardından devletleşme yolunda yavaş ama emin adımlarla ilerlemeye başlamıştır. Ve çok geçmeden Büyük ve Küçük Khabardey olarak ayrışan bu kabile bazen ikili bazen ise üçlü partiler halinde iktidar için mücadele etmeye başladıklarında aynı dönemde Japonya’da da derebeyleri tüm Japonya’da tek bir hanedanlığın hakim olması için savaş vermekteydi.

Japonya dış dünyadan görece izoleydi ve sonunda iktidarı bir hanedan: Şogunlar kazandı. Khabardeyler ise kendi aralarında çatışmanın yanı sıra aynı anda Rusya ve Osmanlı’nın çekim alanındaydı ve bu iki imparatorluğun iç savaşlara müdahalesi tarafların yenişmesini ve bir tek hanedanlığın ülkeye hakim olmasını önledi.

Sonu gelmez çatışmalara bu kez Osmanlı Rus mücadelesi eklendi ve Rusya aynı anda hem Osmanlıyı bozguna uğrattı, hem de kalıcı bir şekilde Çerkesya’yı ve devletleşme yolunda ağır aksak ilerleyen Khabardey’i işgal etti.

Kabaca anlattığımız bu kötü tarihi özet, aslında Terek havzasında yeşermeye başlayan ve en doğal uzantısı olan Kuban havzasıyla birleşme eğiliminde olan ve muhtemelen bir diğer ucu Hazar’a sarkacak bir (Aslında bunun ideolojik temelini Kaytıko Aslanbeç adlı Khabardey kralı formüle etmişti: İki Deniz Arasında Tek Devlet.) Çerkes Devleti’nin daha doğmadan yok olmasının bir hikayesiydi.

 

Bir Zorba ve Göçebe Olarak Devlet!

Ne var ki devlet kurmak yerlilerin değil göçebelerin mesleğidir ve yeryüzünü

işgal eden bu “devlet” aslında bir “göç” ve “işgal” hikayesidir. Ve her devlet esasen göçebe ve işgalcidir.

Ki, devleti ilk kuran ve devlete ait her şeyi borçlu olduğumuz Sümerler’di ve onlar yerinden yurdundan olmuş, köklerinden kopmuş göçebelerdi.

Öyle anlaşılıyor ki insanlık bir kez köklerinden koptu mu, oluşan boşluğu hemen din ve devlet kapatmaya başlamıştır. Ve köklerinden kopuş dalgalar halinde tüm dünya halklarını en azından büyük bir kısmını yerinden yurdundan etmiş, başka diyarlara sürüklemiş ve gelinen bu yeni diyarlarda yaşayabilmek için çok daha organize bir yapı arz eden göçebelik, yerleşik hale geldiği an organizasyonu bozmamış ve devlet haline gelmiş ve çok geçmeden de yanına dini almıştır.

Ne var ki yeryüzünde hala göçebe olmayan yerinden yurdundan olmamış olan “Yerliler”  köklerini kaybetmedikleri sürece yurtlarında devletsiz ama düzenli, dinsiz ama Tanrıyla barışık bir şekilde yaşamayı başarmışladır. (Buna itiraz edenler Çerkesçe’de “din” ve “devlet” kelimelerinin karşılığını bulup yazarlarsa memnun olurum. Yazamayacaklar Çünkü Çerkesçe’de “din” ve “devlet” kelimelerinin karşılığı yoktur.  Tıpkı “Şeytan” kelimesinin de bir Çerkesçe karşılığının olmadığı gibi…)

Öyleyse genelde Kafkasya ve özelde Çerkesya yerlileri ve dünyanın tüm diğer yerlileri için devlet denen ve aslında sadece yerinden yurdundan olmuş halkların varoluş ve var kalma mücadelesinin kötü bir ürünü olan bu yapıyı kurmaları ve giderek bir medeniyet olmaları için hiçbir neden yoktu.

Tarafların birbirlerini anlamaları ve anlaşmaları mümkün değildir. İnsanlık ya devletsiz, özgür ve yanı başındaki tanrıyla birlikte sonsuza kadar yaşayacak; ya da göçebe ama devletli organize ve dinli toplumlar diğerlerini yok edeceklerdi.

Ve öyle de oldu.

Çerkesya’nın Çarlık Rusya’sı tarafından işgali bu göçebe ve işgalci devletin var olmak ve yaşayabilmek için yeni topraklar işgal etme ve oraya yerleşme hastalığının son halkasıydı. Ve yeryüzünün orta yerinde kendisini bin yıllar boyunca devletsiz ve özgür var etmeyi başaran bir anti medeniyet havzasının işgali ve yok edilmesi hamlesiydi. Medeniyet kendisini her şeyiyle anlamsızlaştıran bu insanlığın son özgür topraklarını işgal etmek zorundaydı. Ve öyle de yaptı.

Bu işgal Çerkesya’yı anti medeniyetten ve zaman ve tarih dışı olmaktan çıkarmış, Kaf dağını yok etmiştir. Medeniyet kendi anti tezini yeryüzünden tamamen silmiş, tarih ve zaman dışı olan yeryüzünün son toprak parçası da tarihin ve zamanın bir parçası haline getirilmiştir. Eskiden seyyahların ve gezginlerin hakkında akıl almaz masallar anlattığı bu Kaf Dağı ülkesi şimdi sadece bir emperyalist devletin işgal ettiği bir toprak parçası olarak tarihte yerini almıştır.

Medeniyet yeryüzünün tamamını olduğu gibi Çerkesya’yı da işgalci savaş taktiklerini kullanarak ele geçirmiştir. Barutun ve ateşin yok edemediği Çerkes halkını Çarlık Rusya’sı veba hastalığıyla biyolojik soykırım taktikleri uygulayarak yok etmiştir.

Medeniyet Çerkesya’ya sadece barut, ateş ve mikropla girebilmiştir.

 

İbn-i Haldun Çerkesya’yı Bize Anlatabilir mi?

Gerçek şu ki bize ilham veren satırları ve bizi kendisine hayran bırakan zekasıyla İbn-i Haldun yok edilmesi ve yok sayılması gereken bir üstattır ve onu aşıp geçemediğimiz sürece, biz, Çerkesya’yı ve insanlığın bu son tarih, zaman ve medeniyet dışı havzasını anlayamayacağız.

Üstatlara ölüm!

Ortadoğu’nun 1400’lü yıllarında ve kaderin bir cilvesi olarak, göçmüş ve göçebeleşmiş oldukları için Mısır’da devlet haline gelen Çerkes Memlükleri zamanında yaşayan Faslı düşünür İbn-i Haldun, bir dehadır ve onun iki kaynağından birisi Kur’an, diğeri ise kendi dehasıdır.

Ne var ki tanrının çoktan İbrahimi dinlerin sınırlarına hapsolduğu yüzlerce kez göçmüş ve göçebeleşmiş ve en sonunda bir yığın devlet kurarak ancak var olunabilmiş bir havza olan Ortadoğu ve Akdeniz havzasının kendisine verdiği tarihsel bilinçle eserini kaleme alan İbn-i Haldun bile, ancak bir Medeniyet filozofu ve tarihçisidir. Ve bizim için asla bir akıldane değildir. O medeniyetin tarihini analiz etmiş, elde ettiği sonuçları bizimle paylaşmış ve ne gariptir ki işgalci ve göçebeler tarafından kurulmuş ve sonuna kadar dindar bir medeniyet olan Batı medeniyetinin bilim adamları ve tarihçileri tarafından keşfedilmiş ve doğal olarak medeniyet üzerine yapmış olduğu harika tespitleri nedeniyle alkışlanmış ve bize tanıtılmıştır.

Medeniyet kendi İbn-i Haldunlarını yaratıyorsa Anti-Medeniyet’in son temsilcileri de kendi İbn-i Haldunlarını yaratmadıkça aradaki fark anlaşılmayacak ve biz dünyayı her zaman Ortadoğu ve Akdeniz Havzasında şekillenen medeniyetler üzerine kotarılan analizlerle anlamak zorunda kalacağız.

            Çerkes halkını ve aydınlarını bu zaman dışı ve tarih dışı toprakların dilini ve ruhunu anlamaya ve yazdıkları eserlerle onu dünyaya anlatmaya çağırmanın zamanı geldi de geçti bile!


[1] Bkz. Reginald Aubrey Fesseden, http://www.radiocom.net/Deluge/Deluge11.htm

[4]Akhalar ve Ubıhlar ile ilgili bkz. http://www.kafkasevi.com/index.php/article/detail/442

[5] Aytek Namitok, Çerkeslerin Kökeni II. Kaf-Dav Yayınları,s. 218.

[6]Kuban ve Taman havzalarının halkları olan eski Sint ve Meotlar aslında aynı soydan geldikleri Trako-Kimmer krallarıyla bazen müttefik bazen düşman ama her şekilde yakın etkileşim ve iletişim halinde yaşamışladır.



3982 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Нарт Лъэпщ и Нэгъуджэр Лъэпщ и Тепщэгъуэмрэ и Гъуэгуанэмрэ - II - 17/12/2016
уэ 1уэхур нахри гъэщ1эгъуэн зыщ1ыр Азтэкхэми Маяхэми ямейуэ, гъэ мин аджэ ипэ ящ1ауэ, ауэ зыщ1ари дымыщ1э мывэ гуэрхэм ящ1ы1уми Кецалкоатл и сурэтыр къагъуэтахэщ, ахэми нэгъуджэ 1улъу ик1ий жьак1э тету. Нэгъуджэр уеблэмэ оптикым и щ1эныгъэр пасэ лъэх
Нарт Лъэпщ и Тепщэгъуэмрэ и Гъуэгуанэмрэ - I - 01/12/2016
Гъэщ1эгъуэнращи нобэ къасыху Кассит-Урарту-Хьаттихэм я Тещупк1э зэджэ тхьэпэлъытэр ди Нарт Сосрыкъуэу щытам зыми гу лъитакъым. Касситхэм Тещуп псалъэм крагъэк1ир Жьыбгъэ Кьезгъэпщэ жи1у аращ.
УСЭНШЭУ ДЫКЪАНЭМЭ! - 09/10/2016
Ди хэку дахэр, си уорейда ПщIэ имыIэу дгъэкIуэдай, ДызгъэкIуэдам, си уорейда КIуэдыкIейри къыхукIуэ.
Bugün Ben Mutlu Bir İnsanım! - 02/06/2015
Keşke Çerkes halkının yoğun olarak yaşadığı diğer illerden de adaylarımız olabilseydi. Ama o da olacak yakında. Buna eminim. Bu adı geçen illerde adaylarımızın Çerkes halkı tarafından benimsendiğini görmek beni herşeyden çok mutlu ediyor.
Heredot Cevdet, Recep Tayip Erdoğan ve Ahmet Duvutoğlu! - 22/05/2015
Cumhurbaşkanımız Putin'in Ermeni Soykırımını resmen tanıyor olmasına, “Putin'e darıldım!” diyerek karşılık vermişti. Demek ki cidden çok darılmış olacak ki daha kendisine gelememiş.
Gerekeni Gerektiği Zaman Yapmak; Ya da Labedeslerin Kaderi! - 12/05/2015
2015 Genel seçimlerine 25 gün falan kaldı. Bahaneler ve gerçekler arasındaki birçok Çerkes bu seçimde ÇDP’nin bağımsız Çerkes adaylarını mı destekleyecek; yoksa en rasyonal bahanenin arkasına mı saklanacak.
Uzunyayla'nın Son Klasik Kuşağı Hareketleniyor - 01/05/2015
Kendi kişisel kurtuluşunu elde etmekle yetinmeyen, halkına geri dönen bir kuşak bu kuşak. Köy köy gezen, kendi insanına şehirlerde kasabalarda ve ilçelerde ulaşmaya çalışan bu insanlar birlikte başarabilmenin imkanlarını arıyorlar.
Kronik bir Aydın Hastalığı Olarak : Sözlük ve Alfabe -I- - 26/04/2015
Sözlük ve alfabe hazırlamak ve bunun üzerinden kendini gerçekleştirmek Tanzimat döneminden kalma bir aydın saplantısıdır
Boyunun Ölçüsünü Vermekten Korkmak! - 20/04/2015
Orta yere çıkmak, boyunun ölçüsünü vermek ve alınan ölçüyü de bilmek zorunda olduğumuz bir yerdeyiz artık. Yani artık eskisi gibi iktidar ya da muhalefet partisinde es kazara bir iki Çerkes milletvekili var diye bu işten sıyrılmak mümkün değil.
 Devamı
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi