‘Ülke-devlet’ ne demek? Şahin ALPAY Benim konumumda bir kimse Türkiye’nin yeni, demokratik bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğu gerçeğinin unutulmamasına katkıda bulunmak için ne yapabilir? Onu yapmaya çalışıyorum… Yeni anayasanın Türkiye’yi “Ulus-devlet değil, ülke-devlet” olarak tasarlanmasını savunduğum yazı (3 Aralık) ülke içinden ve dışından ilgi gördü. Avusturya’dan bir okurum, “Yazdıklarınızda haklısınız. Yeni Türkiye için en iyi tasarım, ‘yurttaşlar devleti’ olabilir,” diye yazdı. ABD’den bir okurum, “Doğru bir analiz. Umarım anayasayı yazanlar size kulak verir,” derken; Mısır’dan bir okurum da, “Demokratik bir anayasanın dayanması gereken ana ilkeyi iyi açıklamışsınız; yazdıklarınız Mısır için de o denli geçerli ki…” diyordu. Öteki mesajlar ise “Ülke-devlet” ile neyi kastettiğimi daha ayrıntılı olarak açıklamamı istiyorlardı. Bu yazıda onu yapacağım. Ülke-devlet bence üç temel ilkeye dayanır. Birinci temel ilke, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasidir. Yani, bu devletin dayandığı ideolojik-teorik temel, liberal demokrasinin çağdaş yorumudur. Çağdaş liberal demokrasi başta ifade, örgütlenme, inanç özgürlükleri olmak üzere bütün temel hak ve özgürlükleri, yani bireysel haklar yanında grup haklarını da güven altına alır. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ek protokolleri ve AİHM içtihadlarına aykırı yasa çıkarılamayacağının anayasaya yazılması gerekir. Ülke-devletin ikinci temel ilkesi, devlet ile dinin birbirinden kalın bir duvarla ayrılması; ne dinin devlete, ne de devletin dine karışmasıdır. Türkiye’nin ülke-devlet olarak tasarlanması için, insan haklarıyla çelişmeme koşuluyla kamu denetiminde din özgürlüğü güven altına alınmalıdır. Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devletle ilişkisinin kesilmesi, yani özerkleşmesi; dinle ilgili işlerin din gruplarına bırakılması; hiçbir dini inanç grubu üzerinde yasak kalmaması gerekir. Ülke-devletin üçüncü temel ilkesi, devlet ile etnik kimliğin birbirinden kalın bir duvarla ayrılmasıdır. Bu ilkeye dayanan anayasa milleti, yurttaşlıkla tanımlar. Etnik kimliklere grup hakları tanınması demek, Türkiye bağlamında esas olarak Kürt yurttaşların, dil ve kültürlerini serbestçe yaşamaları ve geliştirmeleri için kamu desteğinden yararlanmaları anlamına gelir. Kürt çoğunluklu bölgede Kürtçe bölgesel resmi dil olabilir; bu bölgenin okullarında resmi dil Türkçe ve Kürtçe olarak iki-dilli eğitim esası kabul edilebilir. Türkiye’nin geri kalanında yaşayan Kürt yurttaşlar açısından ana dillerini iyi öğrenmeleri için gerekli eğitim modelleri geliştirilmesi büyük bir ihtiyaçtır. (İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin yürüttüğü “Göç ve Çokdillilik Bağlamında Okullarda Okuryazarlık Edinimi” araştırma projesi büyük değer taşıyor. Müge Ayan ve Dilara Koçbaş’ın bu konudaki yeni raporunu yakında konu edeceğim.) Özyönetimle ilgili grup haklarının Türkiye bağlamında nasıl uygulanacağına dair çeşitli öneriler var: Federalizm, bölgelere yetki devri (devolüsyon) ya da güçlendirilmiş belediyeler. Kanımca ülke-devlet açısından en uygun çözüm DTP/BDP’nin Türkiye’nin 25 idari bölgeye ayrılması önerisi. Peki anayasa nasıl yapılır? Zeynep Arhon’un Dünya gazetesindeki “Gelecek Burada” başlıklı köşesinde okudum (12 Aralık): Finans krizinden en fazla zarar gören (AB üyeliğine de aday) ülkelerden olan İzlanda, Eylül 2008′de en büyük üç bankanın iflası ile başlayan kriz üzerine anayasasını yenilemeye ve anayasanın halk tarafından yazılmasına karar veriyor. 320 bin nüfuslu İzlanda halkı, siyaset bilimi profesörleri, eğitimciler, avukatlar ve kadınlardan oluşan 25 kişilik bir Anayasa Konseyi seçiyor. Konsey, ilgilenen herkesin fikrini almak için sosyal medyayı kullanıyor; tüm toplantılarını da Youtube üzerinden yayımlıyor. Süreç sonunda kaleme alınan anayasa taslağı geçen Temmuz ayında parlamento, ardından da referandumla halk tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Acaba bu yolu izlesek, yeni anayasayı yapmak daha kolay mı olurdu? Zaman, 17.12.2011 |
3072 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |