• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam246
Toplam Ziyaret1062237
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.440034.5781
Euro35.959736.1038
Semerkew
Balkar Selçuk
selcuk@ozgurcerkes.com
Gülen Hareketi, AKP ve Yeni Devlet Üzerine
28/11/2011
Duman Kemal'indi galiba bir kaset vardı: Bir yüzünde Sivas'ın en hatırlı mızıkacısı (Sivas'tan hep bağlama üstadı çıkacak değil ya!) Fokişş'e Mahmut'un mızıka çaldığı, Duman Kemal'in Çerkesçe türkü söylediği, diğer yüzünde ise Çerkesçe atasözlerini okuduğu. Bilenler bilir çok eskidir, meşhurdur. Orada bir Çerkes atasözü vardır: "Karnının doymayacağı yerde açlığını belli etme!" diye.
Belki de biz Çerkesler, AKP Çerkes dili ve kültürüne biraz duyarlı olsun derken, Gülen cemaatini Çerkes diline ve kültürüne duyarlı olmaya çağırırken, karnımızın doymayacağı yerde açlığımızı belli ediyoruzdur, kim bilir?
Oysa AKP iktidar partisi olduğu için, Gülen cemaati ise Türkiye'de Türk dilinin dışında Kürt dilini de kullanmaya başladığı ve çok dilli olmaya doğru ilerlediği için, her iki yapı da Türkiye Çerkesleri tarafından sorgulanmak ve analiz edilmek durumundadır...
Öyleyse AKP ve bu yeni dönemde onun en güçlü sivil müttefiki olan Gülen Cemaati'nin Çerkesler karşısındaki tutumları ve Çerkes ana toplumunun bu iki yapıya olan bakışı üzerinde biraz daha durulmalıdır...

Seçilmiş Modernler ve Modern Memluklar
Hıristiyan ve Yahudi mezheplerinde ve cemaatlerinde olduğu gibi, İslami bir cemaat olan Gülen cemaatinde de "seçilmiş" olmaklıklarına bir gönderme vardır. Yani onlara göre Said-i Nursi ve onun ardından gelenler kıyamet öncesinde İslam dinini son bir kez daha tüm dünya yayacaktır. Ve sonunda işte o beklenen kıyamet günü gelecek ve bu "seçilmişler" insanlık tarihinin en son dini olan İslam'ın son sadık temsilcileri olacaklardır.
Bu "seçilmişler" vurgusu İbrahimi dinlerden (Müslümanlık-Hıristiyanlık-Yahudilik) çıkan mezhep ve cemaatlerde çoktur. Gülen cemaati kendisine böylesi bir değer biçer ve bunun üzerinden kendisine bir tarih yaratır ki, böylece kökleri İslam peygamberinden ve onun ardından her yüz yılda bir geldiği söylenen din yenileyicilerine kadar uzanan, sağlam bir tarihi kültürü ve geçmişi sahiplenir ve varlığını bunun üzerine inşa eder.
Bu inşa ediş örneğin başkaca düşünsel yapılarda, biraz daha seküler bir şekilde kendisini gösterir. Örneğin bir Alevi solcu ekolü kendisini Spartaküs'ün direnişinden Baba-i İsyanlarına, oradan da Şeyh Bedreddin'e ve Hacı Bektaş-ı Veli'ye dair tarihi anlatılara yaslayarak kendi düşünsel evrenini kurar. Ve buna daha yakın dönemdeki direniş hikayelerini ekleyerek gelir. Ya da bir Türk milliyetçisi bozkurtun arkasına düşen atalarından itibaren kendisini ve fikrini tarihsel olarak var kılar ve işte bir şekilde kendi dünya görüşünü örer.
Çerkeslerin hikayesi bu bağlamda farklıdır: Onlar kendi ülkesinde ve topraklarında bağımsız yaşarken, savaş makinesi olan bir emperyal güç olan Çarlığın ordularının yüz yıl süren saldırısına maruz kalmış, karşı koymuş, ama yenilmiş, soykırıma uğramış ve ülkesinden sürülmüş, temelde göçebe olmayan yerleşik bir kavimdir... sahip olduğu dil ve kültür Anadolu'ya değil Kafkasya'ya dairdir. Yine de Çerkes toplumunun Anadolu'yla ilk teması antikiteye kadar gider. Ve Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de bu bağlantı kendisini Enderun ve Harem'de ve son dönemde Osmanlı Sarayında ve ille de orduda gösterir.

***

Gülen Cemaati'nin hikayesinde ise, kendi kanonik metinlerinden ve İslami referanslarından hareketle kendisini "Ahir Zamanın Seçilmişleri" olarak tanımlayan bir yaklaşımla karşılaşırız. Bu hareket, bir şekilde yürüttüğü hizmetlerin bir Şahs-ı Manevisi olduğunu kabul eder. Aslında bu Şahs-ı Manevi'nin olup olmadığı ortaçağın skolastik felsefecileri tarafından uzun uzun tartışılmış (Külliler Kavgası!) bir konudur ve mesela kilisenin bir şahs-ı manevisi var mıdır? Ona ihanet etmek mümkün müdür? Ona uymak zorunlu mudur?.. gibi sorularla kendisini dışa vurmuş ve bu tartışma bildiğimiz gibi kilisenin sonunu getirmiştir. Ancak henüz Gülen hareketi/cemaati böylesi bir tartışma yaşamamıştır. En azından şu an gündeminde yoktur. Bazı erken tartışma denemeleri ise genelde hareketten dışlanma ya da doğal bir kopuşla sonuçlanmıştır. Ancak yine de din sosyolojisinin incelemesi gereken bir konu olarak İbrahimi dinlerin doğurduğu "Seçilmişlik" iddiası taşıyan çokça cemaat-hareket-mezhep söz konusudur.
İşte bu "Seçilmişlik" vurgusu ve Kur'an hizmeti yürüten hareketin toplamından daha fazla bir şey olan Hizmetin Şahs-ı Manevisi algısı, Gülen hareketinin ana motivasyonlarından ikisidir. Sonuçta, İslam dininin ahir zamandaki en büyük "Seçilmiş" hizmetçisi olmak ve bu Hizmet Hareketi'nin Manevi Şahsı tarafından kontrol edilmek gibi, biz, sıradan, dünyalı, seküler insanların anlayamayacağı ağır bir manevi durum söz konusudur.
Aslında bu Seçilmişler Ordusu'nun içinde şu bizim Çerkes gençleri de çok fazladır ve onlar kendilerinden önce Türk solu ve Türk sağında kümelenen ağabeylerinin aslında yeni kuşak İslamcı gruplara kaymış üçüzleridirler. Bu üç grubun üçü de Modern Memluk sendromu taşırlar. Sol'daki ve Sağ'dakiler Devrime veya Devlete hizmet ya da ihanet arasında gidip gelirken, bu son versiyondakiler, Nurcu ekollere ve ille de Gülen hareketine angaje olanlar da bu harekete sadakat duygularıyla dolu Modern Memluklardır. Esasen Kafkasya dışında yaşayan her Çerkes nerede ve nasıl yaşıyor olursa olsun o hala ve biraz Memluktur. Tabi burada Memluk terimine tahfifi her hangi bir anlam yüklemeden kullanıyoruz. Sonuçta bildiğimiz ilk Memluklar, Mısır'daki Çerkes Memluk devletini kurmuş, Mekke-Medine'ye yüzlerce yıl hizmet etmiş, Osmanoğulları'ndan önce İslam dininin halifeliğini yapmış ve İslamı Moğol saldırılarından korumuşlardır. Sonunda Çerkes Memluk'leri İslam halifeliğini savaşarak Osmanoğulları'na kaptırmışlardır. Bu bağlamda hafife alınamaz. Ancak, sonuçta Çerkes diasporasında önemli bir başlık teşkil eden Memluk Çerkesleri, devlet kurabildiği ve devletin ana unsuru olabildiği erken Mısır tecrübesine rağmen arkada pek bir iz bırakmadan yok olup gitmiştir. Dolayısıyla bugünün Modern Memlukları de şüphesiz bulundukları mevzilerde ciddi ve sebatkar insanlar olarak Türk soluna, Türk sağına ya da İslamcı gruplara angaje olacak, onlara dahil olacak, kabul görecek, belki hayretlik veren başarıları olacak ama sonunda Türkleşecek ve yok olup gideceklerdir. Ama tarih onlardan Çerkes olarak söz etmeyecektir.
Bu dönemki Modern Memlukların tarihteki eski Çerkes Memluklarla çok fazla ortak noktaları vardır. Bunlar: Kurallara uyma saplantısı, yüksek sadakat ve fedakârlık, yabancı ve Çerkes olmayan bir toplumda ortaya çıkan yönetme duygusu ve yeteneği ile son olarak da göçebe olmayan, yerleşik algısı ve analitik tahlil yeteneği olarak sıralanabilir.

Kimlik, Küreselleşme ve Yeni Dönemde Gülen Cemaati ve Türkiye Çerkesleri
Yeni dönemde kimlik hızla ulus devletin etki alanından uzaklaşmakta ve özelleşmektedir. Türkiye özelinde bu durum çok nettir. Yeni Kürt kimliği tanımları, yeni Alevi kimliği tanımları, yeni Sünni Müslüman kimliği tanımları ve yeni Çerkes kimliği tanımları yapılıyor. Bu tanımlama gayretlerine karşı Türk Devleti, AKP'nin şahsında Alevilerle pazarlık yaparak (Alevi Kurultayları) , Kürt kimlik yapıcıları olan Kürt ulusalcılarıyla çatışarak (KCK-DTP) ve savaşarak (PKK), Sünni-Cemaatçi yapılarla uyuşarak ve görev dağılımı yaparak (Dünya TV ve TRT Şeş gibi Kürtçe yayın yapan kanallarını aynı anda açarak! ) ve Çerkes kimliğini hiç umursamayarak tepki vermektedir.
Gülen hareketi Doğu ve Güney Doğu'da AKP ile eşgüdümlü hareket etse ve KCK'nın saldırılarıyla yurtları yakılsa da, aslında bölgede AKP'den de KCK'dan da çok eskidir. Aslında Gülen Cemaati Doğu ve Güneydoğu'da KCK-BDT'nin önleyemeyeceği kadar güçlüdür. Çünkü bu bölgedeki hareket 80'ler ve 90'lardaki gibi, Batıdan Doğu'ya kaydırılan Türk (üniversiteli) gençleri tarafından değil, bizzat bölgenin çocukları olan Kürt gençleri tarafından üstlenilmiştir. Yani yeni dönemde KCK-BDT bölgede Gülen hareketine yüklenir ya da saldırırken, aslında Gülen hareketini omuzlayan Kürtlerle mücadele etmekte ve onlara saldırmaktadır. Dolayısıyla, Gülen Cemaati Kürtçe yayın yapan Dünya TV'yi kendi Kürtlerine ve bu kendi Kürtleri üzerinden ulaşacağı Kürtlere dönük bir kanal olarak açmış olmaktadır. Kürt ulusalcıları bu bağlamda biri silahlı AKP hükümeti (Ordusu ve Polis Gücüyle) diğeri ise silahsız ama etki gücü yüksek bir yapıya (Gülen Hareketi) karşı tabanını mobilize etmektedir. Dolayısıyla bu bir güç mücadelesidir de! Ancak burada kuralları koyan taraf Türk Devleti ya da Gülen Hareketi değil, Kürt ulusalcılarıdır. Hem AKP, hem de Gülen hareketi Kürt ulusalcılığını frenlemek, geriletmek ve kontrol altına almak için kendi Kürtçe yayın yapan radyo ve televizyonlarını açmışlardır. Bu bağlamdan olmak üzere, ileriki yıllarda TRT Şeş'in kullandığı Kürtçe diyalekti - şivesi muhtemelen dünya Kürtlerinin iletişim ve yazım dili olacaktır. Yani uzun vadede Kürt ulusallığı Türk devleti tarafından açılan TRT Şeş ile kendi ulusal - uluslararası iletişim diline kavuşmuş olacaktır. Eğer şimdi TRT Çerkesçe yayına başlarsa aynı durum Dünya Çerkesleri için de söz konusu olacaktır...
Kürt ulusalcılığı dinsel olarak Zerdüştlüğe göz kırpan, pagan referansları olan, etnik olarak Türk değil Hint-Avrupalı olduğunu vurgulayan, ekonomik olarak illegal alanlarda olabildiğince örgütlü (uyuşturucu satışı, insan kaçakçılığı vb.) kendi askeri örgütlenmesinin emrinden çıkmayan, anti demokratik tutumuyla ve seri cinayetleriyle Türk Devleti'nin bundan 30 yıl önceki halini, faşist dikta dönemlerini akla getirmektedir.
Hem AKP, hem Gülen hareketi Doğu ve Güney Doğu'da Kürt ulusalcılığına karşı Türk Devleti'nin elinde kalan son iki nüfuz ajanlarıdır. Tabiî burada ajan kelimesini sosyolojik anlamda ‘üzerinden bir yere ulaşılan-girilen şey' olarak kullanıyoruz. İdeolojik anlamda Türk devleti Kürdistan'da yenilmiştir. Ancak bu Kemalist anlamdaki ideolojinin yenilgisidir. Bu, Türk devletinin yeni dönemde sahaya yeni kartlar sürmeyeceği anlamına gelmez. Şu an AKP ve Gülen hareketi Türk devletinin bölgedeki yumuşak gücüdür. Bu ikisinden hangisi bölgede yenilirse bu Türk devleti için bir kayıp olacaktır. Ve AKP bunun en çok farkında olan yapıdır.
Şu anda hem AKP, hem de Gülen hareketi aynı hedef üzerine yoğunlaşmış olup, bu hedefler içerisinde devşirilmesinde hiçbir sorun yaşanmayan, siyasal olarak sorun çıkarmayan, nüfus olarak hiçbir bölgede çoğunluğa sahip olmayan dağınık Türkiye Çerkesleri yoktur. Yoksa Gülen hareketi çoktan Çerkesleri içselleştirmek için kendi yapılanmasında yan alanları açmış, televizyon ve yayın araçlarında Çerkeslere yer ayırmış olurdu. Daha doğrusu, Türkiye Çerkeslerinin dikkat çeken bir Sünni olmayan tarafı ya da çeşitli dönemlerde Türk Devletiyle krize dönüşen kimlik problemleri olsaydı, Gülen hareketi bir şekilde dışarıda kalan bu gruba eğilmiş olacaktı. Ancak Türkiye Çerkesleri, erken dönemde asimile olmuş haliyle ve aslında asimile olmasa bile çatışmacı ve intikamcı olmasını önleyen yerleşik, göçebe olmayan kültürü nedeniyle, hem Gülen hareketi için, hem de Türk Devleti için çekirdeksiz üzüm gibidir.
Dolayısıyla hem göçebe kodlarından henüz kurtulamamış Türk Devleti'nin ve hem de sürekli büyüyen ve uluslararasılaşan, bu nedenle de ego patlaması yaşayan Gülen hareketinin durağan, göçebe olmayan, dolayısıyla da dikkat çekmeyen, zaten Sünni olan ve ana dokusu giderek erozyona uğrayan Türkiye Çerkeslerini anlayacak araçlardan yoksun olduklarını iddia etmek mümkündür. En azından AKP'nin Türkiye Çerkesleri'nden bir şey anlamadığını, devletle krize dönüşen bir sorun yaşamadıkları için de Türkiye Çerkesleri'nin bir kimlik ve dil sorunu yaşadıklarını ve giderek bir asimilasyonla karşı karşıya olduğunu anlaması mümkün değildir. Ancak, Başbakan biraz daha Almanya'daki Türk diasporasının üzerinde durursa ve birkaç kez daha "Asimilasyonun İnsanlık Suçu" olduğunu tekrarlarsa, Türkiye Çerkesleri'nin de entegre olmadıklarını asimile edildiklerini anlama ihtimali AKP için doğabilir.

Uzun Vadede Bu Durum Türkiye Çerkeslerini Güçlü Kılacaktır
Ergenekon'un temsil ettiği eski devletle sonuna kadar mücadele eden Gülen hareketi ve AKP, yeni devletin Sünni, sivil ve siyasi yüzünü en çok şekillendirecek yapılardır. Ancak, her iki yapıda da Devletlû refleksleri kendisini belli etmektedir.
Türk Devletlû geleneği Çerkesleri iskan politikası amacıyla kullanmak dışında hiçbir reflekse sahip değildir. Bu Osmanlının Çerkesleri Balkanlarda Sırp ve Bulgar'lara, Anadolu'da Rum, Ermeni ve son dönemde Kürtlere, Arap ülkelerinde ise Hicaz Demir yollarının korunması için Dürzi ve Bedevilere karşı iskan etmesiyle başlamış bir gelenektir.
En son olarak bu Türk Devletlû refleksi Abhaz-Gürcü savaşında (1991) ortaya çıkmıştır. Türkiye bu savaşta Gürcistan'ı desteklerken Abhazların savaşı kaybetmesi durumunda sınırlarını sonuna kadar Abhazlara açmayı ve hepsini Kürtlerin daha çok yaşadığı Doğu ve Güneydoğuya yerleştirmeyi aklına getirmiştir. Ne var ki Abhazların bağımsızlıklarını kazanıp Gürcistan'ı yenmeleri üzerine Türk Devleti kendi iskan politikasına yaramayacağı anlaşılan bu Abhazya'ya yokmuş gibi davranmayı tercih etmiştir. Bugün Türk Dış politikasında Abhazya diye bir şey yoktur. Ama bir şekilde Abhazya'nın Batıdaki benzeri olan Kosova Türk dış politikasında her yönüyle vardır.
Yine birden bire Uzunyayla Çerkeslerinin kulağına, "Size Doğu Anadolu'da 100'er dönüm toprak versek Kürt topraklarına yerleşir misiniz? Bakın zaten Uzunyayla'da çok fakirsiniz, Doğunun Toprakları çok bereketli!" diye sorduran Devletlû geleneği, Türkiye Çerkeslerinin ana varlık nedeninin sorunlu bölgelerde iskan olduğu gerçeğini akla getirmektedir. Aslında bu iskancı refleks II. Dünya Savaşı'ndan önce Yugoslavya ile 250-300 bin Müslüman Arnavut'un sınır dışı edilmesi ve bu Müslüman Arnavutların Kürt şehirlerine dağıtılması amacıyla anlaşmış, ancak II. Dünya Savaşı patlak verince bu planlanan hedefe ulaşamamıştır.
Bu kronik Devletlû refleksi nedeniyle yeni dönemde bile AKP'nin şahsında yeniden örgütlenen / kurulan Türk Devleti, Çerkesler'in iskan polikitası dışına çıkmaya çalışmalarını, Memluk kültürünü reddeden bir davranışla kendi Çerkes dili ve Çerkes kültürü için devletten istekte bulunmalarını anlayamayacaktır. Çünkü, yeni oluşan Devletlû refleksi de eskisinin devamıdır. AKP, Türkiye Çerkesleri'nin Çerkes dili ve Çerkes kültürü hakkında yeni devletten beklentiye girmelerini önlemek adına "kardeşlik" ve "müslümanlık" bağlamında kaçak güreşmektedir.
Genel Seçim döneminde DTP eşbaşkanı Aysel Tuğluk'un İstanbul Kafkas Kültür Derneği'nden randevu istemesine koşut olarak aynı hafta Cemil Çiçek'in Ankara'daki Kafkas Dernekleri Federasyonu'nu ziyareti anlamlıdır. Bu ziyaretiyle Cemil Çiçek, hem seçim öncesi haftasında AKP'den hiçbir Çerkesin milletvekili adayı gösterilmediği gerçeğini saklamayı, hem biz Çerkeslerin ne kadar "müslüman" ve Türk halkına "kardeş" olduğumuzu hatırlatmayı bilmiş, hem de Çerkeslerin öyle Kürt Ulusalcıları gibi "sevimsiz" olmadıklarını hatırlatmıştır!
Aysel Tuğluk'un İstanbul Kafkas Kültür Derneği'nden randevu talebine AKP'nin bu kadar hızlı cevap vermesi ve Ankara'daki KAF-DER'i ziyaret etmesi ise ironiktir...
Bu garip olaylara rağmen Türkiye Çerkesleri, açılmayan Çerkesçe TRT ve Radyosuyla, bürokrasi tarafından iç edilen Çerkes Dili ve Edebiyatı bölümleriyle ve "Neyin Çerkes mitingi ulan!" diye sağa sola fırça atan Memluk Tipi Çerkes valileriyle bir güzel yok sayılırken, bu dışlanma uzun vadede Türkiye Çerkesleri'nin kendi ayakları üzerinde durmak ve kendi göbeğini kendisi kesmek dışında bir şansları olmadığı gerçeğini bize en kestirmeden hatırlatmaktadır. Bu ise Çerkes ana dokusunun Ankara'daki Dernekçi Çerkesler Birliği olan Kafkas Dernekleri Federasyonu'na baskı yapması, ya da Çerkes Derneklerini "Dernekçi" lerden almalarıyla mümkün olacaktır. Eldeki en kestirme yol budur.
Tahlillere bir de kendi Kürtlerine Dünya TV'yi açan Gülen hareketini eklemek yerinde olacaktır. Gülen hareketi eğer sadece Türk dili üzerinden eğitim ve yayın yapsaydı, sadece Türk Dili Dünya Olimpiyatlarıyla yetinseydi, Afrika'nın zencilerine kendi dillerinde eğitim vermelerine rağmen Türkiye'de Türkiye Çerkeslerini hiç umursamamalarını anlardık.
Ama bu cemaat Türkiye'de Kürtçe yayın yapmaya başladığı ve Dünya TV'yi açtığı andan itibaren, Türkiye Çerkesleri'nin ilgi alanına girdi. Şimdi, imkanlarını Türkçe ve Kürtçe için seferber eden bu hareket, Türkiye Çerkesleri ile ilgili nasıl bir politika oluşturacağını merak ettirmektedir.
Gerçi Gülen Cemaati'nde de bir istihdam durumu söz konusudur. Türkiye Çerkesleri'nin en okumuş ve en donanımlı bir kesimini kendi kadroları arasında istihdam eden bu hareketin, dışarıda kalan Çerkesler'in herhangi bir probleminden haberdar olmadığı açıktır. Bu bir art niyet ya da duygusuzluktan kaynaklanmaz. Tamamen Gülen Cemaati'nin beslendiği yazılı kanonik kaynaklarda Çerkes kelimesinin hiç geçmiyor olmasından kaynaklanmaktadır. Yani kazara Said-i Nursi kitaplarında bir ya da iki kere Çerkes kelimesini kullansaydı, şimdiki ardılları için Çerkesleri anlamak daha kolay olurdu.
Gülen hareketinin bir Alevi, bir Kürt hassasiyeti vardır ve bu alanlarla ilgili uyguladığı politikaları da vardır ama bir Çerkes hassasiyeti yoktur. Bu aslında yapısaldır. Türkiye Çerkesleri yerleşik, göçebe olmayan, devşirilmesi kolay, Sünni, çatışmasız tavrıyla zaten kendi kendisini imha etmektedir. Türkiye'de bir Çerkes sorunu yoktur! Ancak Türkiye Çerkesleri'nin kendi sorunları vardır. Buna karşın Türkiye'de bir Alevi sorunu olduğu gibi, bir de Kürt sorunu vardır. Alevilerin ve Kürtlerin yaşadıkları sorunun bir parçası (büyükçe bir parçası!) ve yaratıcısı Türk Devleti olduğu için de, devlet bu konulara doğal olarak eğilmektedir. Oysa Çerkesler'in yaşadığı asimilasyon sürecinin doğallığı nedeniyle ve Çerkes ana dokusunun kendi ürettiği kuralların altında ezilerek yok olması nedeniyle, varlık gösterememesi ve az bir grup Çerkesi zar zor sahaya indirip (12 Mart Mitingi), Çerkes dili ve Çerkes kültürüne dikkat çekmek istediklerinde, devletin en Cemil Çiçek bakışıyla Çerkeslere bakması ve "Sende mi Brütüs!" tiribi atması ilginçtir. (Başbakanın "Bakın, şimdi de Çerkesler başladı" cümlesi aslında Çerkes algısında bir küfür ya da hakaretten başka bir şey değildir!).

***

Başta da belirttiğimiz gibi, Gülen hareketi bir "Seçilmişler" hareketidir. Ve bu hareketteki gençler kanonik metinlerin o uzun ve kesintisiz okunma-okutma süreci boyunca, bu anlamlı, önemli ve kişiyi oldukça "bilinçli" kılan içeriğini içselleştirirler. Bir anlamda bu bir insiasyon sürecidir. Doğal olarak da bir sonu yoktur. Yani öyle kimse, "Tamam ben şimdi oldum!" diyemez. Kesintisizdir. Sürekli bir görev duygusu ve eleştirmeme ama itaat etme vurgusu taşıyan bu insiasyonda söz sahibi olan asıl kişi Gülen ve kurmaylarıdır. Yukarıdan aşağıya inen kararlar ve uygulanış yöntemleri, zaten insiye olan yığınla genç tarafından kritik edilmeden ve eleştirilmeden uygulanır. Ve Gülen hareketi birçok alandaki gücünü karar alıcılar ve uygulayıcılar arasındaki bu kopmaz bağa ve hedef birliğine borçludur.
Dolayısıyla Gülen'in kendisi tarafından gündeme alınmayan hiçbir şey bu hareketin hiçbir organında kendisini gösteremez. Kürtçe'yi ve Kürtleri şiddetle gündemine alan bu hareketin Çerkesleri ve Çerkesçeyi gündemine alıp almayacağı da O'na bağlıdır. (Bu önemli bir noktadır. Birkaç ay önce Gülen hareketi adına ve anlaşılan Gülen'den tam bir onay almadan Zaman gazetesinden Hüseyin Gülerce ile DTP kadroları tarafından bir görüşme gerçekleştirilmiş ancak Gülen bu görüşmeye anında müdahale etmiş ve bu görüşmenin cemaati bağlamadığını belirtmiştir. Sonrasında Hüseyin Gülerce gazetedeki köşesinde özür yazısı yazmıştır. Ama şimdi aynı Gülen, Türk Devleti'nin Kürtçe'yi neden milli eğitime dahil etmediğini sorgulayan konuşmalar yapmıştır. "Devletin Kürtçe'ye uyguladığı ambargoyu eleştiren Gülen, kendi okulları ve üniversitelerinde Çerkesçe'ye yer açar mı?" sorusu Türkiye Çerkesleri için bu açıklamadan sonra tartışılır olmak durumundadır! Ancak Gülen'in kendisi de AKP gibi Çerkes dilinin ve kültürünün varlığından habersizdir.)
Bu bağlamda hareketin bir şekilde insiye ettiği ya da devşirdiği Çerkes gençlerinin ne düşündüğünün ya da ne yaptığının önemi yoktur. Hareket, Çerkesler'i (Türkiye'de ya da Kafkasya'da) gündemine almışsa almış demektir ve uygulayıcılara düşen alınan kararları uygulamaktır. Ancak, hareket Çerkesleri (hem Türkiye'de, hem de Çerkesya'da) gündemine almamışsa, bu konuda yapacak bir şey yoktur. Ancak, bu kadar çok yerde ve coğrafyada varlık gösteren Gülen hareketinin Çerkesya'ya girmemesinin ya da girememesinin nedeni Rusya'dır. Rusya Çerkesya'da ve Kafkasya'da "Öldürmeyen İslam istemediği için" bu hareket oraya girememektedir. Rusya, Çerkesya ve Kafkasya'da eli silahlı, cihat ederek ölmeye teşne, dolayısıyla da iyice kullanıldıktan sonra yok edilebilir çatışmacı - terörist İslam'dan başka bir İslam istememektedir. Bu nedenle de Moskova'nın göbeğinde okul açan Gülen hareketini, Çerkesya ve Kafkasya'ya sokmamaktadır. Gülen hareketi, dünyaya "Öldürmeyen İslamın modern Türk versiyonu"nu sunarken, Rusya Çerkesya'ya öldüren ve tabi erkenden yok edilebilen silahlı İslamı enjekte etmektedir.
Dolayısıyla da "Cemaat Maykop'un göbeğinde okul açarsa orada Çerkes çocuklarına zevkle Türkçe Öğretirim!" diyen Modern Memluk Tipi Çerkes Nurcuları bir süre daha beklemek zorunda kalacaklardır.

***

Son olarak, AKP son dokuz yıllık siyasi-etnik açılım ve yaklaşımlarıyla Türkiye Çerkesleri'ni yok saymış ve kırmıştır.
Bunun en temel göstergesi Kayseri Çerkesleri'nin son genel seçimde hiç olmayacak bir şeyi yapmaları ve MHP'den bir milletvekili adayını desteklemeleridir. Oysa geleneksel olarak Kayseri Çerkesleri hemen her partiye oy verir ancak MHP'ye vermezdi. Ancak AKP'nin ve özellikle de Kayseri AKP kadrolarının Çerkeslere olan olumsuz ve yok sayan tavrı, AKP'nin genel başarısı ve bu başarının şişirdiği egoyla birleşti ve en başından beri Çerkesler dışlandı. Buna Kayseri Çerkesleri en kestirmeden MHP'deki Çerkes adayı öne çıkararak tepki gösterdiler. Bu bir ilk ve başarısızlıkla sonuçlanan bir örnek olması bakımından ilginç ve önemlidir. Gerçi daha çok sol kökenli (Ankara ve İstanbullu) Çerkes grupları bu durumu eleştirmiş olsa da, bu MHP'li milletvekiline en çok oyu Uzunyayla'daki sol eğilimli Çerkes köyleri ve seçmenleri vermiştir. Aslında bu dönemde Kayseri Çerkesleri için en azından AKP - KAYSERİ yönetiminin kaba - tüccar tavrına tepki veren Çerkesler için önemli olan adayın Çerkes olması ve AKP'den olmamasıydı. Ve bildiğimiz gibi MHP'deki Çerkes aday birkaç yüz oyla seçimden yenik çıktı.
Bu deneyim şimdi Kayseri Çerkesleri'nde erken tespit ve erken propagandayla yeni Çerkes adaylarının çıkarılması ve AKP - KAYSERİ'nin tüccar kabalığına rağmen desteklenmesi fikrini oluşturmuş durumda. Üstelik bu fikir Uzunyayla'nın hiç politik olmayan sıradan Çerkeslerinde bile taraftar bulmuş durumda... Sonuçta Kayseri ne kadar tüccarsa ve ticaretten anlarsa, Uzunyayla Çerkesleri de o kadar ticaretten anlamaz ve tacirlerden hoşlanmazlar. Kayseri kültürü için tüccarlık ne kadar önemli ise, Kayseri Çerkesleri için de o kadar kaba-netameli ve aslında yapılmaması gereken veya zor yapılan bir şeydir!
Şimdi aynı dışlamayı, umursamazlığı ya da yok saymayı AKP kendi ulusal prolitikasında da yapmaktadır. Aniden TRT ŞEŞ ve TRT ARAPÇA'yı yayına sokan bu hükümet, Türkiye Çerkesleri için, iki doz İslam ve bir doz kardeşliğin yeterli olacağını düşünüyor. Bu da dar anlamda Kayseri Çerkesleri'nin yaşadığı dışlanmışlık duygusunun Türkiye Çerkesleri tarafından hissedilmesine neden oluyor.
Aslında Türkiye Çerkesleri'nin bu şaşkınlığı yerleşik Çerkes kültürünün her bir bireye ufak iken aşıladığı bir duygudan ileri geliyor: Çerkesler halen feodal bağların kopmadığı yerlerde Çerkes hukukunun yani Habze'nin kendi kişisel haklarını koruduğu algısıyla yaşıyorlar. Yani Anaya-babaya-kardeşe ya da akrabaya ya da uzak akrabaya yahut da diğer köylülerine ya da diğer Çerkeslere karşı nasıl davranacağını, bir sorun olursa toplumun o sorunu nasıl çözeceğini ve ne gibi uzlaştırma mekanizmalarının devreye gireceğinin farkında. Ve bu mekanizma genelde Çerkes bireyine, kadınına, kardeşine ya da kişisine haksızlığı önlediği gibi haksızlık etmesini de bir şekilde önlüyor. Bu daha önce değindiğimiz gibi Çerkesler'in kendi feodal bağlarıyla yarattıkları Jürisi olan hukuk sisteminin bir izdüşümü aslında. Yani, bir şekilde halen (şimdilerde çok nadir) yaşlılar, thamadeler krize müdahale ediyor ve soruna bıçak atıyorlar, ancak bu durum bazen sendromlara da neden oluyor. (Nitekim en son Uzunyayla Çerkesleri'ne Karagöz köyünde yapılan silahlı saldırı sonrasında bu sistem devreye sokuldu ve genelde Çerkes gençlerinin ciddi muhalefetine rağmen yaşlılar bu cinayetleri işleyen Avşar'lardan intikam almama ve kan gütmeme kararı aldılar. Konu Türk Adaletine bırakıldı, Türk Adaleti ise bildiğimiz gibi işledi!)
Şimdi Türkiye'de yaşayan her Çerkes böyle bir hukuk arka planına sahip olduğundan ve doğuştan gelen hakları kendi Çerkes toplumu tarafından korunduğundan olsa gerek, Çerkes dışı toplumlar olan AKP'nin Kürtler'e ve Araplar'a, ya da Kürtçeye ya da Arapçaya olan açılımlarını Çerkesler'e ve Çerkesçe'ye neden göstermediğini hiç anlamıyorlar. Onlar, "Bu ne biçim insanlık?", "Hani nerede adalet?" deseler de, bu yapılanların insanlık ve adaletle alakası olmadığını, politik duruşlar olduğunu anlayamıyorlar.
Nitekim Çerkes Hakları İnsiyatifi'nin 12 Mart Ankara Mitingi'ne katılan kendi köyümden bir çiftçi bana:
-"Valla biz Türk devletine habzemizi, saygımızı hep yaptık ama o bizi Kürtler ya da Araplar kadar sevemedi herhalde,,,!" derken tipik Çerkes hukuk ve adalet anlayışını dışa vuruyor, Kürt ve Arap dillerini legalize eden Türk Devleti'nin kendi dilini neden umursamadığını anlamıyordu.

SONUÇ
Bu yeni dönemde tekrar kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürt, Alevi ve Sünni grup ve kimliklerle arasındaki bağları yeniden gözden geçirmiş ve ulusal politikalarında bazı revizyonlara gitmiştir. Ancak Türkiye Çerkesleri açısından bu yeni devletin eskisinden bir farkı yoktur.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti de eskisi gibi Türkiye Çerkesleri'ni aynasal bağlamda tartışmak niyetinde değildir. Milli eğitimde Çerkes diline herhangi bir yatırım yapmadığı gibi, müfredatta da Türkiye Çerkesleri'ne yer vermek istemeyecektir. Yine, orta ve yüksek öğrenim için de aynı durum söz konusudur. Süryanice, Kürtçe ve Zazaca için oluşturulan üniversite kürsüleri ya da bölümleri Çerkesçe için harekete geçirilmemiştir.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti de eskisi gibi, göçebe olmayan Çerkes kültürünün Türk Devleti'yle kurduğu kriz üretmeyen diyalog tarzını Türkiye Çerkesleri'nin asimile oluşuna yormakta ve zaten asimile olan bir kültürün geri diriltilmesinin gereksiz olduğunu düşünmektedir. Olası sorun çıkaracak potansiyel Çerkes girişimlerini bürokrasiyle yorarak boğmayı tercih etmektedir.
Türkiye'de bir Çerkes Sorunu yoktur ancak bu Türkiye Çerkesleri'nin dilsel ve kültürel anlamda asimile olmadıkları ya da sorunsuz oldukları anlamına gelmemektedir. Türkiye Çerkesleri, yeni dönemde dilleri ve kültürleri için yeni Türk Devleti'nden istekte bulunurken yaşanacak karmaşa iki taraflı olacaktır. İlki Türkiye Çerkesleri Kürt Ulusalcılarının ve Alevi Problemine eğilen grupların kullandığı çatışmacı dili kullanmalarıyla oluşacaktır. Türkiye Çerkesleri ile Türk Devleti arasında kurulan ilişkiler sonucu iki taraf arasında çözülemeyecek bir kriz oluşmamış ya da işe kan bulaşmamıştır. Dolayısıyla, Türkiye Çerkesleri Kürt ve Alevi problemlerinden oluşan çatışmacı dil üzerinden Türk Devleti ile ilişki kurmamalıdır. Zaten genel tutum bu yöndedir. Ancak ilişkinin ikinci tarafı olan Türk Devleti, Türkiye Çerkesleri ile ilgili hemen hiçbir analize sahip değildir. Türkiye Çerkesleri'nin ana dil ve kültürleri üzerine eğilmeleri ve bu konuda devletten talepkar olmalarını Başbakan'ın "Bakın, şimdi de Çerkesler başladı!" diye değerlendirmesi yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin Çerkeslere Kürt ve Alevi problemlerinden edindiği tecrübeler ışığında yaklaştığını göstermektedir. Dolayısıyla bu yeni devletin Çerkesler açısından eskisinden bir farkı yoktur.
Yeni dönemde özelleşen kimlik, ekonomi, güvenlik, sağlık, eğitim ve diğer alanlarda Çerkeslerin varlık gösterebilmeleri önemlidir. Ne var ki asıl önemli olan konu bu yeni dönemde kimlik ve dil konusudur. Açılacak bir TRT Çerkesçe yayını aslında dünya Çerkeslerinin tamamını etkisi altına alacaktır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti bunun farkında olmadığı gibi, eski Türkiye Cumhuriyeti'nin Kafkasya ve Çerkesler konusundaki iskan politikacılığı dışında politika üretemeyen tavrını aynen devralmıştır.
Gülen hareketi en örgütlü haliyle üstelik artık uluslararası bir aktör olmasına ve birçok coğrafyada birçok dünya dili ile temas halinde olmasına rağmen Türkiye Çerkesleri ile Çerkes dili bağlamında bir ilişki kurmayacak ve yayın üzerinden bu alana girmeyecektir. Her zamanki gibi sağlamcı tutumunu takınacak ve Türk Devleti Çerkesce ile ilgili yeni bir politika oluşturmadıkça bu alana girmeyecektir.
Rusya, Gülen Hareketini Kafkasya'ya ve özellikle de Çerkesya'ya sokmamakta kararlıdır. Ancak, hem Kafkasya'da, hem Çerkesya'da yeni kuşaklarda güçlü bir İslam algısı gelişmekte ve Rusya elindeki tüm imkanları kullanarak bu kuşaktaki gençleri terörize ederek Çerkesya ve Kafkasya'daki kolonyalist politikalarını sürekli kılmaktadır. Gülen hareketi yazılı kaynaklardan beslenen "Öldürmeyen İslam'ın" Modern Türk versiyonu olarak Çerkesya ve Kafkasya'da güçlenen İslami eğilimi, çatışmalardan uzak tutabilecek en uygun örneklerden birisidir.
Yine, Gülen Cemaati'nin halen ABD'deki örgütlenme hareketleri ve ABD'nin yeni dönemde Çerkes Soykırımı ve Batı Kafkasya'yı yani Çerkesya'yı enstitüler bazında gündemine almış olması ve Gürcistan'ın Çerkes Soykırımını resmen tanımış olması, hem Türk Devleti'ni, hem de Gülen hareketini bu konuda duyarlı kılacak dış bir etken olarak okunabilir.



3810 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Нарт Лъэпщ и Нэгъуджэр Лъэпщ и Тепщэгъуэмрэ и Гъуэгуанэмрэ - II - 17/12/2016
уэ 1уэхур нахри гъэщ1эгъуэн зыщ1ыр Азтэкхэми Маяхэми ямейуэ, гъэ мин аджэ ипэ ящ1ауэ, ауэ зыщ1ари дымыщ1э мывэ гуэрхэм ящ1ы1уми Кецалкоатл и сурэтыр къагъуэтахэщ, ахэми нэгъуджэ 1улъу ик1ий жьак1э тету. Нэгъуджэр уеблэмэ оптикым и щ1эныгъэр пасэ лъэх
Нарт Лъэпщ и Тепщэгъуэмрэ и Гъуэгуанэмрэ - I - 01/12/2016
Гъэщ1эгъуэнращи нобэ къасыху Кассит-Урарту-Хьаттихэм я Тещупк1э зэджэ тхьэпэлъытэр ди Нарт Сосрыкъуэу щытам зыми гу лъитакъым. Касситхэм Тещуп псалъэм крагъэк1ир Жьыбгъэ Кьезгъэпщэ жи1у аращ.
УСЭНШЭУ ДЫКЪАНЭМЭ! - 09/10/2016
Ди хэку дахэр, си уорейда ПщIэ имыIэу дгъэкIуэдай, ДызгъэкIуэдам, си уорейда КIуэдыкIейри къыхукIуэ.
Bugün Ben Mutlu Bir İnsanım! - 02/06/2015
Keşke Çerkes halkının yoğun olarak yaşadığı diğer illerden de adaylarımız olabilseydi. Ama o da olacak yakında. Buna eminim. Bu adı geçen illerde adaylarımızın Çerkes halkı tarafından benimsendiğini görmek beni herşeyden çok mutlu ediyor.
Heredot Cevdet, Recep Tayip Erdoğan ve Ahmet Duvutoğlu! - 22/05/2015
Cumhurbaşkanımız Putin'in Ermeni Soykırımını resmen tanıyor olmasına, “Putin'e darıldım!” diyerek karşılık vermişti. Demek ki cidden çok darılmış olacak ki daha kendisine gelememiş.
Gerekeni Gerektiği Zaman Yapmak; Ya da Labedeslerin Kaderi! - 12/05/2015
2015 Genel seçimlerine 25 gün falan kaldı. Bahaneler ve gerçekler arasındaki birçok Çerkes bu seçimde ÇDP’nin bağımsız Çerkes adaylarını mı destekleyecek; yoksa en rasyonal bahanenin arkasına mı saklanacak.
Uzunyayla'nın Son Klasik Kuşağı Hareketleniyor - 01/05/2015
Kendi kişisel kurtuluşunu elde etmekle yetinmeyen, halkına geri dönen bir kuşak bu kuşak. Köy köy gezen, kendi insanına şehirlerde kasabalarda ve ilçelerde ulaşmaya çalışan bu insanlar birlikte başarabilmenin imkanlarını arıyorlar.
Kronik bir Aydın Hastalığı Olarak : Sözlük ve Alfabe -I- - 26/04/2015
Sözlük ve alfabe hazırlamak ve bunun üzerinden kendini gerçekleştirmek Tanzimat döneminden kalma bir aydın saplantısıdır
Boyunun Ölçüsünü Vermekten Korkmak! - 20/04/2015
Orta yere çıkmak, boyunun ölçüsünü vermek ve alınan ölçüyü de bilmek zorunda olduğumuz bir yerdeyiz artık. Yani artık eskisi gibi iktidar ya da muhalefet partisinde es kazara bir iki Çerkes milletvekili var diye bu işten sıyrılmak mümkün değil.
 Devamı
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi